🦬 Eski Çağlardan Beri Kullanılan Yapay Bir Işık Kaynağı
Renk Geri Verim İndeksi (CRI) lambaların devamlılığı olan bir ışık kaynağına yaklaşık olarak ideal yakınlığını ölçebilmek için kullanılan bir sistem. 100 en yüksek CRI değeridir ki, buna rağmen bazı yapay aydınlatma çeşitleri -geleneksel sokak lambalarının çoğu- negatif sayıların içinde yer alabilir.
Yapay sigara, normal sigara kadar olmasa da zararı bulunmaktadır. Nikotin salgılayan bu alet, kullanan içinde zararlı, çevresinde bunu soluyana da zararı bulunmaktadır. Nikotin maddesi böcek öldürücü olan bir maddedir. Yüksek dozda alınan nikotin maddesi kusma, titreme, havale, bulantı ve hatta ölüme kadar gidebilen çok
Eskiçağlardan beri müziğin matematik ile ilişkisi biliniyordu. Ortaçağda eğitim programlarında müzik, aritmetik, geometri ve astronomi ile aynı grupta yer alırdı. Günümüzde bilgisayarlar aracılığı ile bu bağ sürüyor. Matematiğin müzik üzerindeki etkisinin açıkça görülebildiği alan, müzik parçalarının
Ateşin keşfedilmesiyle birlikte aydınlanma sorunu ortadan kalktı. Meşale, gaz lambaları, kandil ve mum gibi ışık kaynakları yapıldı. Daha sonraları ampul icat edildi. Ampul, icat edildiği günden beri aydınlatma teknolojisinin en önemli aracı olmuştur.
Buışık lense girer ve bir çipe çarpar (eski günlerde, çiplerden önce, ışığın özel olarak yapılmış bir vakum tüpünden geçmesi gerekirdi). Işık çipin üzerine düştüğünde, çip ve destek devresi tarafından kullanılan ve ışığı analog elektrik darbelerine ya da dijital kodlara (1, 0) dönüştüren bir işlem vardır.
FenBilimleri – 7. Sınıf – 1. Ünite – 1. Bölüm Uzayla ilgili bilinenler sadece son yılların teknolojisiyle ortaya çıkmamıştır. Eski çağlardan beri yıldızlar ve diğer gök cisimlerini inceleyen bilim insanları olmuştur. Örneğin, Türk dünyasından Ali Kuşçu gök bilimi (astronomi) Okumaya devam et Uzay
Acanthus Eski Yunan’dan beri süsleme sanatlarında kullanılan bitkisel bir motif. Türkçe’de Akanthus ya da Akantus olarak yazılır. Türkçe’de Akanthus ya da Akantus olarak yazılır. Türkçe’de yanlış olarak kenger diye adlandırılsa da tümüyle farklı bir bitkidir.
azIa1aP. Hindistan'da Eski Çağlardan Beri Kullanılan Bir Giyecek bulmaca cevapları en iyi cevabı 9 harfleridir. Bulmaca Cevap ve İpucu Bulmaca Hindistan'da Eski Çağlardan Beri Kullanılan Bir Giyecek Diğer bulmaca ipuçlarını araBir cevap bulun veya sahip olduğunuz harflerden bir kelime oluşturun. Eksik olan her harf için bir nokta yazın. Örneğin, ".la.. arama sorgusu 'Olağanüstü' gibi sonuçlar üretir Diğer kullanıcılara yardım etDaha iyi bir cevap biliyorsanız, Buraya Tıkla P ile başlayan kelimeler Hala doğru cevabı arıyorsanız, P ile kelimeler tam listesine bakın. 3 harfli Pac 5 harfli Paaç Paça Pacaf Pacoz Padan Padar Padda 6 harfli Paanga Pabuç Paçal Paçek Pacers Paçga Paçka Pacman Paçuz 7 harfli Paçaci Paçali Pacıno Padalya Padanya Padavra Padgane 8 harfli Pabucaki Paçalar Paçalik Paçanga Paçavra Pacharan Paçile Paçuli Padbatch 9 harfli Paçamora Paçamura Paçisi 11 harfli Paçagünü 14 harfli Padavrapetavra 9 harfli kelimeler Hala Hindistan'da Eski Çağlardan Beri Kullanılan Bir Giyecek cevabını bulmak için yardıma ihtiyacınız var mı? 9 harfli kelimeler Şaftanis Şahenşah Şakaşika Şalyapin Şamamiko Şamandira Şamanizm Şambellan Şapinuva Şapşalak Şarakmana Şaraşura Şarjöman Şarkiyat Şarlavik Şartlamak Şaziment Şairiyy Şaşorti Şebistan Şedaraban Şedeterah Şefaceref Şehrayin Şehriban Şehriwar Şehitler Şekerpare Şemşamer Şenfcelab Son Bulmacalar Adotta un Animale Popüler kelimeler
Gezegenlerin yörüngelerinin şeklini, Newton’un çekim yasası belirler diyebiliriz. Ama bunun keşfi pek kolay olmadı. Bütün kapalı yörüngeler periyodik genelde elips veya elipsin özel hali olan daire şeklindedir. Gökcisimlerinin yörüngelerinin şekilleri arasındaki farkların kaynağının ne olduğunun belirlenmesi için ise Einstein beklendi. Soru 1- Gezegenlerin yörüngelerinin şeklini ne belirler? Gezegenlerin yıldızlı gökyüzü üzerinde dolanımları, eski çağlardan beri insanların ilgisini çekmiştir. Gözlemlere göre, yıldızlar birbirlerine göre durumlarını koruyarak, yekpare bir kubbe gibi Yer’in çevresinde dönerken, gezegenler bazen ileri gidiyor, bazen geri kalıyor, bazen duraksıyor, dönemin bir gözlemcisinin deyimiyle, sinek gibi yıldızlar arasında dolaşıyorlardı. Gezegenlerin bu gizemli hareketlerini açıklamak için önerilen “bilimsel” diye niteleyebileceğimiz ilk çözüm, Platon’un önerisi üzerine, öğrencilerinden Eudoksus MÖ 406-355 tarafından geliştirildi. Daha sonra, Platon’un diğer bir öğrencisi olan Aristoteles tarafından benimsenip en sonunda İskenderiyeli Ptolemaios tarafından geliştirilip son şeklini alan bu modellerin ortak özelliği, gezegen hareketlerinin dairesel veya dairesel hareketlerin bileşimi olmasıydı. Mistik eğilimleri ağır basan Platon’a göre, en kusursuz hareket dairesel olan idi ve her şeyin kusursuz olması gereken gökyüzünde, hareketler ancak dairesel olabilirdi. Bilimsel nedenlerden çok, değer yargılarına dayalı bu inanç, öylesine kök saldı ki, 2000 yıla yakın süre, gökbilimini egemenliği altında tuttu. Kopernik bile, ayaklarımızın altında sapasağlam ve kıpırdamadan durduğuna herkesin inandığı bir çağda, Yer’i, evrenin tümü sanılan gezegenler sisteminin merkezinden alıp, Güneş çevresinde dolanan sıradan bir gezegen durumuna indirmeyi göze aldığı halde, dairesel hareketlerden vazgeçmeye bir türlü cesaret edememiştir. 17. yüzyıla gelindiğinde, Kopernik kuramı hâlâ tartışma konusu idi. Danimarkalı astronom Tycho-Brahe 1601’de öldüğü zaman, uzun yıllardan beri biriktirmiş olduğu gezegen gözlemlerinin verileri, asistanı Johannes Kepler’in eline geçti. Bu paha biçilmez mirası sahiplenen genç Alman astronom, ilgisini özellikle Mars gezegenine odaklayarak, yıllar süren uzun bir çalışma sonunda, bu gezegenin yörüngesinin, sanıldığı gibi dairesel olmayıp, odaklarından birinde Güneş’in bulunduğu bir elips olduğunu kanıtladı. Kepler’in elde etmiş olduğu bu sonuca, Kepler’in birinci yasası denmektedir. Bu bir devrim niteliğinde idi. İki bin yıllık dairesel yörünge egemenliği sona ermişti. Elips nedir? Elips ile daire arasındaki fark nedir? Kısaca hatırlatalım. Daire, bir düzlem üzerinde seçilen belirli bir noktadan sabit uzaklıktaki noktaların geometrik yeridir. Bu sabite, dairenin yarıçapı denir. Elips ise, bir düzlem üzerinde seçilen ve elipsin odakları denilen iki ayrık noktadan, uzaklıklarının toplamı sabit olan noktaların geometrik yeridir. Bir odağı F olan, diğer odağı G’de ise Güneş’in bulunduğu bir elips göz önüne alalım Şekil 1. P ise, yörünge üzerindeki gezegen olsun. Elipsin tanımlamasına göre, PG+PF = 2a sabittir. AB = 2a elipsin büyük ekseni, OA = OB = a yarım büyük eksen ve CD = 2b küçük eksen, OC = OD = b yarım küçük eksendir. Odaklar arası uzunluğa FG = 2c diyecek olursak, 2c/2a = c/a = e oranı, elipsin şeklini belirleyen dış-merkezlik eccentricity parametresidir. Kolayca görüldüğü gibi, daire, dış-merkezliği sıfır olan elipsin özel halidir. Kopernik sisteminin önemli bir özeliği, gezegenlerin Güneş’e göreceli uzaklıklarını elde etme olanağını vermesi idi. Şekil 1. Örneğin, yörünge elipsinin yarım büyük ekseni ki bu Yer-Güneş ortalama uzaklığına eşittir birim olarak alınırsa, gezegenlerin Güneş’e göreceli ortalama uzaklıkları şöyle sıralanıyordu Merkür 0,39; Venüs 0,72; Yer 1,00; Mars 1,52; Jüpiter 5,20; Satürn 9,55. Sırası gelmişken hemen belirtelim ki, gezegen yörüngeleri şekillerde çizilirken, bizim de Şekil 1’de yapmış olduğumuz gibi elipslerin basıklıkları, daireden iyice ayırt edilebilsin diye, aşırı abartılmaktadır. Örneğin, Yerküre’nin yörüngesinin dış-merkezliği 0,017’dir. Büyük ekseni 10 santimetre olarak çizilen bir şekilde, elipsin büyük ekseni ile küçük ekseni arasındaki fark 0,014 milimetre olur. Böyle bir elips çizimini daireden ayırt etmek olanaksızdır. Kepler, sadece gezegen yörüngelerinin, bir odağında Güneş’in bulunduğu bir elips olduğunu kanıtlamakla kalmamış, önemli bir sonuç daha bulmuştu gezegeni Güneş’e birleştiren PG doğru parçası, gezegen yörünge üzerinde dolanırken, eşit zamanlarda, eşit alanlar süpürür. Buna Kepler’in ikinci yasası veya alanlar yasası denmektedir. Ünlü Alman astronom, elde etmiş olduğu bu iki buluşu, 1609 yılında, Astronomia Nova Yeni Astronomi adlı kitabında yayınladı. Güneş merkezli sistemin diğer önemli bir özelliği de, gezegenlerin Güneş çevresindeki sideral yıldızsal dolanım sürelerini sağlamasıdır. Yer’den gözlemlendiğinde, Güneş ile aynı doğrultuda görülen yani ekliptikel boylamı Güneş’inkine eşit olan gezegene, Güneş ile kavuşma konumunda conjuction denir. Güneş’e, Yerküre’den daha yakın olan iç gezegenler için, biri Güneş ile Yerküre arasında, biri de Güneş’in ötesinde olmak üzere, iki kavuşma oluşur. Güneş’e Yerküre’den daha uzak olan dış gezegenler ise, hiçbir zaman Güneş ile Yer arasında olamayacaklarından, sadece Güneş ötesinde bir kavuşma olur. Buna karşılık, dış gezegenler için, karşı-konum opposition denen bir konum vardır Güneş ile gezegen arasındaki ekliptikel boylam farkının 180 derece oluşu, diğer bir deyimle, Yerküre’nin Güneş ile söz konusu gezegen arasında bulunuşu. Birbiri ardına gerçekleşen iki kavuşma-konumu veya iki karşı-konum arasında geçen süreye gezegenin sinodal dolanım süresi periyodu elenir. Yerküre de Güneş çevresinde dolandığından, sinodal dolanım süreleri, söz konusu gezegenin Yerküre’ye göre, göreceli dolanım süreleridir. Güneş’ten bakıldığı zaman, bir gezegenin bir yıldız ile art arda iki kavuşması yani Güneş merkezli ekliptikel boylamlarının eşitlenmesi arasında geçen süreye ise, gezegenin sideral yıldızsal dolanım süresi periyodu denir. Güneş merkezli Kopernik sistemi, gezegenlerin gözlemlenen sinodal dolanım sürelerinden, sideral dolanım sürelerinin, Yerküre’ninkine oranını elde etme olanağı vermektedir. Yerküre’nin Güneş çevresindeki sideral dolanım süresi birim olarak alınırsa, gezegenlerin göreceli dolanım süreleri şöyle sıralanır Merkür 0,24; Venüs 0,62; Yer 1,00; Mars 1,88; Jüpiter 11,86; Satürn 29,46. Uzaklıklar ve dolanım süreleri periyotlar ile ilgili yukarıda verdiğimiz bu bilgilerden, Kepler çok ilginç bir sonuç çıkardı zaman birimi olarak Yerküre’nin Güneş çevresindeki sideral dolanım süresi, uzunluk birimi olarak da, Yerküre-Güneş uzaklığının ortalaması yörünge elipsinin yarı-büyük ekseni alınırsa, bütün gezegenler için, dolanım sürelerinin kareleri, yörünge elipslerinin yarı-büyük eksenlerinin küplerine 3. kuvvet eşittir. Sideral dolanım sürelerini T ve yarı-büyük ekseni a ile gösterirsek, bu sonucu T2 = a3 şeklinde yazabiliriz. Burada, kareler ile küplerin, orantılı olacak yerde, eşit çıkması, Yerküre’nin dolanım süresi ile Güneş’e uzaklığını birim almış olmamızdan ileri geliyor. Başka birimler ile ifade edilecek olursa, bu bağlantı genel olarak T2 = Ka3 şeklinde yazılabilir. K bütün gezegenler için aynı sabittir. Ptolemaios tarafından geliştirilip son şeklini alan evren modeli 2000 yıl gökbilimini egemenliği altında tuttu. Kepler’in 3. yasası diye bilinen bu bağlantı, ilk ikisinden dokuz yıl sonra, 1618 de Harmonices Mundi Dünyanın Uyumu adlı kitapta yayınlandı. Sözünü ettiğimiz Kepler’in bu üç ünlü yasası, gözlemlerle elde edilmiş olup, aralarında kuramsal bir bağ bulunmamakta idi. Gezegenlerin neden bu yasalara uyumlu olarak hareket ettiklerinin dinamikel nedeni, daha sonra, Isaac Newton tarafından açıklanacaktı. Newton Çekim Yasası Cambridge Üniversitesi’nin yetenekli matematik öğrencisi Isaac Newton, henüz yirmili yaşlarında iken, gök cisimlerinin hareketleri üzerinde düşünmeye başlamıştı. Rivayete göre bir elma ağacının altında oturmuş mehtabı seyrederken, önüne bir elma düştü. Düşen elma ile ay arasında hemen bir bağlantı kurdu. Acaba elmanın yere düşmesine neden olan yerçekiminin etkisi, Ay’a kadar uzanıyor mu? Johannes Kepler, iki bin yıllık dairesel yörünge egemenliği sona erdirdi. Galileo Galilei, yatay düzlem üzerinde yapmış olduğu deneylerle, bir cismin hareket etmesi için, Aristotelesçilerin sandığı gibi, sürekli bir kuvvetin etkisi altında olması gerekmediğini, sürtünmeler gibi frenleyici bir etki olmadığı sürece, kazanılmış hareketin devam edeceğini gösterdi. Bu sonuç, şöyle ifade edilir hareket halinde bir cisim, üzerinde hiçbir kuvvetin etkisi olmadığı sürece, kazanmış olduğu sabit hızla hareketine devam eder. Buna eylemsizlik ilkesi principle of inertia denir. Eğer Ay üzerinde hiçbir kuvvetin etkisi olmasa, yörünge üzerindeki A1 noktasından, yörünge teğeti A1 A2 boyunca kaçması gerekirken, A1 A3 yayı boyunca gitmesi, eylemsizlik ilkesine göre, onu düz yolundan saptıran, Yer’e doğru bir kuvvetin varlığını kanıtlamaktadır Şekil 2. Bu kuvvet, yeryüzünde cisimlerin düşmesine neden olan ile aynı kuvvet olabilir mi? Gene Galilei’nin yeryüzünde düşen cisimler üzerinde yapmış olduğu deneylere göre, serbest bırakılan bir cisim, ilk saniyede bugün kullandığımız birimlere göre 490 santimetre düşmektedir. Eğer yerçekimi de, ışık şiddeti gibi, uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak etkisini kaybediyorsa, o zaman Ay uzaklığında yerçekiminin şiddetinin, Yer-Ay uzaklığının karesi kadar zayıflaması gerekir. Newton döneminde Ay uzaklığının Yerküre yarıçapının 60 katı olduğu biliniyordu. Eğer bu varsayım doğru ise, Ay uzaklığında bir cismin ilk saniyesinde düşme miktarı 490/3600 = 0,136 santimetre olması gerekir. Uzaklık ve Yerküre çevresindeki dolanım süresi bilindiğinden, Ay’ın bir saniyedeki düşme miktarı olan A2 A3 basit bir hesapla bulunabilir. Şekil 2. Newton bu hesabı yaptı ve varsayımının doğru olduğunu gördü. Yeryüzünde cisimlerin düşmesine neden olan çekim, uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak, etkisini Ay’a kadar sürdürüyordu. Gezegenlere uygulama Bundan sonraki adım, Ay için geçerliliği kanıtlanan çekim yasasını, gezegenlere uygulamaktı. Genç Newton’un dehası burada bir kere daha kendini gösterdi. Kepler’in, içi metafiziko-mistik safsatalarla dolu olan kitaplarından, saman yığınından iğne bulup çıkartır gibi, kıymetli bilgiyi bulup çıkardı Kepler’in gezegen hareketleri ile ilgili üç yasası. Gördük ki, gezegen yörüngeleri her ne kadar elips şeklinde ise de, dış-merkezlikleri eccentricity nispeten küçük olduğu için, ilk yaklaşım olarak, bir daire gibi ele alınabilir. Isaac Newton, henüz yirmili yaşlarında iken, gök cisimlerinin hareketleri üzerinde düşünmeye başlamıştı. Acaba elmanın yere düşmesine neden olan yerçekiminin etkisi, Ay’a kadar uzanıyor mu? Newton da Ay yörüngesini dairesel varsayarak hesaplarını yapmıştı. Gezegenler için de, ilk yaklaşım olarak, aynı varsayım kabul edilebilir. Hollandalı matematikçi C. Huygens, dairesel bir yörünge üzerinde harekette, merkezcil centripedal ivmenin daire çemberindeki hızın karesi ile orantılı ve daire yarıçapı ile ters orantılı olduğunu göstermişti. Yani hıza v ve yarıçapa r diyecek olursak, ivme= v2 /r dir. Diğer taraftan, bir F kuvvetinin etkisinde hareket eden bir m kütlesi için Newton’un birinci hareket yasası diye bilinen Kuvvet= kütleivme bağlantısı geçerlidir. r yarıçaplı, gezegen yörüngesinin çemberinin uzunluğu 2πr, gezegenin çember üzerindeki v hızı ise T sideral dolanım süresi olmak üzere v=2πr/T dir. Hızın bu değerini, dairesel hareketin merkezcil ivmesini veren v2 /r formülünde yerine koyarak ivme için değerini ve 1 denkleminin pay ve paydasını r ile çarparak, nihayet, denklemini elde ederiz. Kepler’in 3. yasası gereği parantez içerisindeki r3 /T2 sabit olduğundan, gezegenin ivmesinin uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğu görülür. Galileo Galilei düşen cisimler üzerinde yapmış olduğu deneyler ile, Aristotelesçilerin sandığı gibi, ağırlar daha hızlı, hafifler daha yavaş değil, bütün cisimlerin ağırlığı ne olursa olsun, aynı artan hızla yani aynı ivme ile düştüğünü göstermişti. Oysa, Newton’un birinci hareket yasası gereği, kuvvet = kütleivme bağlantısına göre, farklı kütlelerdeki cisimlerin aynı ivmeyi kazanmaları için, onları harekete geçiren kuvvetin, kütle ile orantılı olması gerekmektedir. Böylece Newton, çekim kuvvetinin, kütleler ile düz orantılı, uzaklığın karesi ile ters orantılı olması gerektiği sonucuna vardı. Newton hesaplarını yaparken, gök cisimlerinin bütün kütlelerinin merkezlerinde toplanmış noktasal kütleler olarak varsayılabileceğini sezgisel olarak varsaymıştı. Ancak bunun matematiksel olarak kanıt1anması gerekiyordu. Diğer taraftan, Kepler’in yasaları gereği, öngörmüş olduğu çekim yasasının geçerli olacağını göstermişti, bir de bunun “ters problemi”ni, yani çekim yasası gereği, Kepler yasalarının elde edildiğini göstermesi gerekiyordu. O çağın matematiği, bu problemleri çözmek için yetersizdi. Kendisinin “flüksiyonlar metodu” dediği, bugün ise diferansiyel ve integral hesap dediğimiz, yeni bir matematiksel yöntem geliştirerek, karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelebildi, ve yirmili yaşlarında başlamış olduğu çalışmalarını, 20 yılı aşkın bir süre sonra, ancak 45 yaşına geldiğinde, Philosophiae Naturalis Principia Mathematica adlı ünlü eserinde, 1687 yılında yayımladı. Evrensel çekim, yasası dediği bu yasa, sözlü olarak şöyle ifade edilebilir iki cisim birbirini kütleleri ile orantılı ve aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çeker. Matematiksel olarak ifade edersek, kütleleri m1 ve m2 ve aralarındaki uzaklık r olan iki cismin çekim kuvveti dir. G sabitine gravitasyon çekim sabiti denir ve sayısal değeri birim sistemine bağlıdır. Newton çekimi yasasından elde edilen hareket denkleminin çözüm eğrisi, integreasyon sabitinin aldığı değerlere göre, şu koni kesitlerinden birini verir e = 0 ise daire 0 l ise hiperbol Bu eğrilere koni-kesiti veya kısaca konik denmesinin nedeni ise, bir koni yüzeyini, çeşitli açılarda kesen bir düzlem ile, koni yüzeyinin ara kesitinin, bu eğrileri verdiği, 2000 küsur yıl önce Pergeli Apollonios tarafından gösterilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Newton’un elde etmiş olduğu ilginç bir sonuç daha vardı. Kepler’in üçüncü yasasının matematiksel ifadesinin doğru şekli, idi. Burada M Güneş’in kütlesi, m0 Yerküre’nin kütlesi ve m göz önüne alınan gezegenin kütlesidir. Ancak, gezegenlerin kütlesi en büyük olanı, Jüpiter’in bile kütlesi, Güneş’inkinin binde birinden küçük olduğu için, yasanın Kepler tarafından verilmiş olan şekli, çok iyi bir yaklaşımdır. Birinci sorunun yanıtını bir cümle ile özetleyecek olursak, gezegenlerin yörüngelerinin şeklini, Newton’un çekim yasası belirler diyebiliriz. Soru 2- Kuyruklu yıldızlar, doğal ve yapay uyduların yörüngelerinin şekli nasıldır? Newton’un uygulamak istediği bir alan da, kuyruklu yıldızların hareketi idi. Kuyruklu yıldızların da, gezegenler ile aynı çekim yasasına uyduklarına, ancak yörüngelerinin çok basık elipsler veya parabol, hiperbol gibi açık yörüngeler olduğunu düşünüyordu Newton. Yakın dostu Edmund Halley, bu varsayımı ilk uygulamaya koyan kişi oldu. Kasım 1682’de, Greenwich’de parlak bir kuyruklu yıldız gözlendi. Halley, bu kometin yörüngesinin hesabı için, Newton tarafından önerilen yöntemi uyguladı ve aynı kometin 1753 yılında tekrar geleceğini ilan etti. Ancak, 75 yıl sonra kendisinin bu olayı gözlemlemesinin olanaksızlığını bildiğinden öngörüsü doğru çıkarsa, bunun bir İngiliz tarafından yapılmış olduğunun anımsanmasını istedi. Bir Gine pulu. Newton ve Halley kuyruklu yıldız üzerine tartışıyorlar. Halley’in öngörüsünün gerçekleşmesine az bir süre kala, Fransız matematikçi Alexis Clairaut, söz konusu kuyruklu yıldızın yörüngesini yeniden ve daha geliştirilmiş matematiksel bir yöntem uygulayarak hesapladı ve kometin Güneş’e, en yakın durumu olan “perihel”den 1759 Nisan ayında geçeceğini, bir aylık bir belirsizlikle, açıkladı. Kuyruklu yıldız, 12 Mart 1759’da perihelden geçti. Bu geçiş, Newton kuramının büyük bir başarısı olarak kabul edildi ve adına Halley kometi denildi. Daha sonraki geçişleri de gözlenen bu komet, halk arasında en iyi tanınan kuyruklu yıldız oldu. Uydulara gelince, zaten Newton ilk uygulamasını, doğal bir uydu olan Ay üzerinde gerçekleştirmişti. Yapay uydulara gelince, onların da genelde yörüngeleri elips şeklindedir. Ancak, uydunun kullanım amacına göre, yörüngenin dairesel olması da gerekebilir. Telekomünikasyon için gönderilen ve yeryüzeyinin hep aynı dikey doğrultusunda bulunması istenen geostationary uydular, dairesel yörüngeler üzerinde bulunurlar. Bir uyduyu yeryüzeyinden km veya Yer merkezinden km uzağa gönderir ve Yer merkezi ile uydu arasındaki doğrultuya dik olacak şekilde, o yükseklik için gereken hızı verirseniz, uydunun yörüngesi dairesel olur. Bu durumda uydu, Yer çevresince, Yer’in dönüş yönünde ve açısal dönüş hızına eşit hızla döner ve sürekli olarak yeryüzeyinin aynı bölgesi üzerinde durur. Bu sorunun yanıtını da bir cümle ile özetleyecek olursak, diyebiliriz ki, bütün kapalı yörüngeler periyodik genelde elips veya elipsin özel hali olan daire şeklindedir. Kapalı periyodik yörüngelerin çoğunluğunun elips olmasına gelince, dış-merkezlik eccentricity denilen büyüklüğün sıfır ile bir arasındaki sonsuz sayıdaki değerlerden birini alma olasılığı, e = 0, e = 1 gibi özel değerler alma olasılığından daha büyüktür. Soru 3- Gökcisimlerinin yörüngelerinin şekilleri arasındaki farkların kaynağı nedir? Newton kuramının denklemleri, ünlü Fransız matematikçi Henri Poincaré’nin deyimi ile “daha kullanışlı”dır. William Blake’in tablosu Birinci sorunun yanıtında gördük ki, yörüngeler, konik denilen elips, parabol, hiperbol eğrilerden oluşur. Bu eğrilerden hangisinin olacağı ise, göz önüne alınan cismin hızına bağlıdır. Parabolik hız diye tanımlanan bir hız vardır. Eğer söz konusu cismin hızı bu değerden küçük ise, yörünge bir elips veya özel halde daire olur. Tam bu hıza eşit ise parabol, bu hızdan büyük ise hiperbol olur. Gezegen, uydu doğal veya yapay gibi kapalı yörünge üzerindeki periyodik hareketlerde, yörünge eğrisi, ancak elips özel olarak daire olabilir. Parabolik hıza eşit veya bu hızdan büyük hızlara sahip olan gök cisimleri ise, açık bir yörünge üzerinde olduklarından, matematiksel olarak ifade edecek olursak, sonsuzdan gelir, çekim merkezi çevresinde bir defa dolanır ve tekrar gelmemek üzere, sonsuz uzağa giderler. Her ne kadar, kuyruklu yıldızların çoğunluğu basık eliptikel yörüngeler üzerinde iseler de, bazılarının parabolik yörünge üzerinde olmaları olasılığı da vardır. Newton kuramı üzerindeki tartışmalar 1687 yılında Newton’un başyapıtı Principia yayınlanır yayınlanmaz, karşı çıkanların da sesi yükselmeye başladı. Huygens, Newton’un yapmış olduğu hesapların doğru olduğunu kabul ediyor, ancak birbirinden bu kadar çok uzak gökcisimlerinin, aralarında hiçbir temas olmadan, uzay boşluğunda bir kuvvetin etkisinde olabileceğine inanmıyordu. Leibniz de, Principia’yı okuduktan sonra, Huygens’e göndermiş olduğu bir mektupta aynı eleştirileri dile getirmişti. Her ikisi de, Newton’un, çekim kuvveti diye ileri sürdüğünün açıklanması gereken gizemli bir şey olduğunda birleşiyorlardı. Einstein “yüzeyin eğriliği” kavramını Genel Görelilik Kuramında kullanarak, Newton’un “çekim kuvveti” diye algıladığı şeyin, maddenin çevresindeki uzayı eğip bükmesinden yani üç boyutlu uzayı “eğriltmesinden” kaynaklandığını varsaydı. Newton da Principia’yı yayınlarken, bu gibi eleştirilerle karşılaşacağını öngörmüştü ki, çekim yasasından söz ederken, nedeni hakkında “bir varsaym ileri sürmüyorum” demiş ve “sanki her şey, kütlelerle orantılı ve uzaklıkların karesi ile ters orantılı bir kuvvet varmış gibi oluşuyor” diye eklemişti. Huygens ve Leibniz’in başlatmış oldukları tartışmalar, biliminsanları arasında yıllarca sürecek, ancak kuramın uygulamalardaki büyük başarısından sonra, güncelliğini kaybederek, küllenmeye yüz tutacaktır, ta ki… Albert Einstein adında bir gencin bu konuya ilgi duymasına kadar. Hemen hemen bütün ömrünü elektrik ve magnetik olayları incelemeye adamış olan ünlü İngiliz bilgin Michael Faraday, deneylerini açıklamak için yeni bir kavram geliştirmişti “kuvvet çizgileri” ve bu çizgilerin oluşturduğu “kuvvet alanı”. Somut olarak bunu göstermek için de, ilginç bir deney gerçekleştiriyordu bir mıknatısın üzerine örtülen kâğıda demir kırıntıları dökmek. Demir tanecikleri hemen kendiliğinden mıknatısın bir kutbundan ötekine doğru giden yollar boyunca dizilerek, ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Faraday bunlara “kuvvet çizgileri” ve tümünün oluşturduğu görüntüye de “kuvvet alanı” diyordu. Faraday’ın bir öğrencisi olan James Clerk Maxwell, bu kavramlardan hareket ederek, elektromagnetik alan teorisinin genel denklemlerini oluşturdu. “Newton zamanından beri fizikteki en önemli gelişme” dediği Maxwell kuramına, Albert Einstein, öğrencilik yıllarından beri büyük bir hayranlık duymakta idi. Maxwell kuramına göre, elektromagnetik etkileşim, belirli sabit bir hızla yayılıyordu, ve bu hız da ışık hızına eşitti. Oysa iki cisim arasındaki çekim kuvvetini belirleyen Newton denklemine göre, bu kuvvet, sadece iki cisim arasındaki uzaklığa ve kütlelere bağlı idi zaman, dolayısıyla etkileşimin yayılma hızı, Maxwell kuramında olduğu gibi denklemin içerisinde yer alıyordu. İki cisim arasındaki çekim kuvveti birinden ötekine anında geçiyordu. Bu ise, etkileşimin, sonsuz bir hızla yayıldığı anlamına geliyordu. Newton yasasına, Principia’nın yayınından beri yapılan eleştiri de buydu. Euklides geometrisinde yüzeyler için kullanılan “yüzeyin eğriliği” kavramını, Alman matematikçi Bernhard Riemann, üç boyutlu uzaya genelleştirerek, yeni bir geometri türü geliştirmişti. Einstein bu kavramı Genel Görelilik Kuramında kullanarak, Newton’un “çekim kuvveti” diye algıladığı şeyin, maddenin çevresindeki uzayı eğip bükmesinden yani üç boyutlu uzayı “eğriltmesinden” kaynaklandığını varsaydı. Riemann geometrisini kullanarak geliştirdiği Genel Görelilik Kuramının denklemlerine göre, kütle çevresinde belirli bir hızla yayılan bir “eğrilik alanı” oluşturuyor ve nasıl ki viraja giren tren, eğik rayların yönlendirmesi ile doğru yolundan sapıyorsa, uzayı eğen kütle de, çevresinden geçen cisimlerin yollarından sapmalarına neden oluyordu.1 Rayları görmeyen birisi, trenin doğru yolundan sapmasını, virajdaki eğik rayların geometrik eğrilik merkezinde, sanki bir çekim kuvveti varmış gibi algılayabilir. Zaten Newton da sezmiş olmalı ki “her şey sanki bir çekim kuvveti varmış gibi oluşuyor” diye bunu belirtmişti. Eğilen uzayın görünen etkisi, sanki bir çekim kuvvetinden kaynaklanıyormuş gibi belirdiğinden, bugün de “çekim kuvveti” ve “çekim alanı” gibi deyimleri hâlâ kullanmaya devam ediyoruz. Böylece, uzun süreden beri tartışma konusu olan, hiçbir temas olmadan uzaktan etkileşen kuvvet kavramı terk edilmiş oldu. Ancak, Genel Görelilik Kuramı, her ne kadar temel bir kavram değişikliği getirmiş ise de Newton teorisi ile arasındaki ayrılık, ancak ışık hızına yakın “relativist hızlar” ve güçlü çekim alanlarında etkisini gösterir. Küçük hızlar ve zayıf çekim alanlarında, her iki teorinin verdiği sonuç arasındaki fark, gözlem ve deney verilerinin duyarlılık sınırlarının altında kalır. Bugün, gerek gök mekaniğinde Güneş’in çekim alanına en yakın ve en hızlı hareket eden Merkür gezegeninin yörüngesindeki ufak bir uyumsuzluk hariç gerekse yeryüzündeki en hızlı araçları ilgilendiren problemlerde, uzaya gönderilen araçların yörünge hesaplarının bir kısmi dahil hâlâ klasik Newton mekaniği geçerliliğini korumakta ve uygulanmaktadır. İki yüz küsur yıldan beri, en seçkin matematikçilerin özenle geliştirmiş oldukları bu görkemli kuramın denklemleri, ünlü Fransız matematikçi Henri Poincaré’nin deyimi ile “daha kullanışlı”dır. Bundan dolayı, okulların ve üniversitelerin programlarının başköşesinde saygın yerini korumaktadır. Dipnot 1 Genel Görelilik Kuramının öngördüğü çekim dalgalarının gravitational waves deneysel olarak saptanması, bugün astronominin güncel konularından biridir.
geçmişten günümüze ışık kaynakları nelerdir geçmişten günümüze ışık kaynakları sıralaması ıiık kaynakları geçmişten günümüze Işık, insan hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur. Eski çağlardan bu yana güneşin sunmuş olduğu doğal aydınlık yeterli gelmemiş ve gün ışığının kısıtlayıcı etkilerinden kurtulmak için insanoğlu çeşitli ışık kaynakları arayışına gitmiştir. Ateş, güneşten sonra, insanların kullandığı ilk ışık kaynağı olmuştur. Ateşin keşfi insanlık tarihinde önemli bir noktadır ve uygarlığın gelişim hızını arttırmıştır. İnsanların ateşi aydınlatma aracı olarak kullanmaya başlamasının ardından yeni ışık kaynakları da ortaya çıkmıştır. Bitkisel ve hayvansal yağların devreye girmesiyle mum, 19. yüzyılın ilk yarısına kadar temel aydınlatma araçlarından biri olarak kullanılmıştır. Bu olay 1859’da Kuzey Amerika’da petrolün bulunmasına dek sürmüştür. Nihayet 1879’da akkor telli lambaların Thomas Alva Edison tarafından icat edilmesiyle aydınlatma tarihinde yeni bir çığır açmıştır Akkor flamanlı lamba, aslında ilk olarak 1845’de H. Goebel tarafından bulunmuştur. Ancak o dönemde yeterli derecede elektrik kaynakları bulunmadığından bu buluş kısa sürede unutulmuştur. 1886’da W. Siemens tarafından ilk dinamonun gerçekleştirilmesinden sonra, 1879’da T. A. Edison, H. Goebel’in buluşundan habersiz, karbon flamanlı akkor lambayı bir kez daha icat etmiştir. O tarihten bu yana aydınlatma sektörü oldukça hızlı yol almıştır. İlk elektrik ampulünden sonra daha parlak ışık veren tungsten flaman ve ışığı daha iyi yaymak için aydınlatma armatürleri geliştirilmiştir. Ardından önemli bir yenilik olarak elektrik deşarjlı metal buharlı ampuller gelmiştir. Özellikle fluoresan lambaların geliştirilmesiyle, akkor flamanlı lambalar endüstrideki yerlerini bu lambalara bırakmak zorunda kalmıştır. aydınlatmanın geçmişten günümüze kadar gelişimi Görmemizi sağlayan enerji çeşidi ışıktır. Her ışık, bir ışık kaynağı tarafından üretilir. Işık yayarak çevresini aydınlatan her şey ışık kaynağıdır. Işık kaynakları ışık yayarak çevrelerini aydınlatırlar. NOT En büyük ışık kaynağımız Güneş’tir. Işık kaynakları doğal ışık kaynakları ve yapay ışık kaynakları olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal Işık Kaynakları Işık kaynaklarından bazıları kendiliğinden ışık üretir. Bunlara doğal ışık kaynakları denir. Güneş, yıldızlar, ateş böceği, şimşek, yıldırım ve deniz diplerinde yaşayan bazı balıklar doğal ışık kaynaklarıdır. Yapay Işık Kaynakları Doğal ışık kaynaklarından gece aydınlatması için yeteri kadar yararlanamayız. Bu nedenle gece aydınlatmasında insanlar tarafından yapılmış yapay ışık kaynakları kullanılır. Ampul, trafik lambası, mum, meşale, televizyon ekranı ve fener yapay ışık kaynaklarıdır. Güneş, mum alevi gibi bazı ışık kaynakarı, çevrelerine ışıkla birlikte ısı da verirler. Ateş böceği, denizin derinliklerinde yaşayan bazı balıklar ve floresan lamba gibi bazı ışık kaynakları ise ışık yayarken, ısı vermezler. Etrafımızdaki masa, sıra, tahta ve çanta gibi cisimler ışık üretmezler. Ancak bu cisimler Güneş ya da diğer ışık kaynaklarından aldıkları ışığı yansıtabilirler. Bu durumda çevremizde bulunan bu cisimleri ışık üretmedikleri halde görebiliriz. Çevremizdeki bazı varlıklar ortamda bulunan ışık kaynakları sayesinde ışık kaynağı gibi görünürler. Böyle cisimlere kendini aydınlatan cisimler denir. Ay, gezegenler ve trafik levhaları kendini aydınlatan cisimlere örnek verilebilir. Yol kenarlarındaki trafik levhaları ışık yaymadıkları halde geceleri ışık yayıyor gibi görünürler. Bunun sebebi trafik levhalarının üzerinin özel maddelerle kaplı olmasıdır. Bu sayede trafik levhaları diğer maddelerden daha parlak görünürler. Gezegenler ve Ay ışık kaynağı olmadıkları halde, Güneş’ten aldıkları ışığı yayarak parlak görünürler. NOT Ay, ışık kaynağı olmadığı halde, Güneş’ten aldığı ışıkla aydınlanır ve parlak görünür. Bulutsuz bir gecede, gökyüzüne baktığımızda birçok gök cismini görebiliriz. Bu gök cisimlerinden yıldızlar kendi ışıklarını yayarken; gezegenler, ışık kaynaklarından aldıkları ışıkla aydınlanırlar. Gökyüzüne dikkatle baktığımızda ışığı, ay ışığı gibi sabit olanların gezegen veya uydu; ışığı sürekli kırpışanların ise yıldız olduğunu söyleyebiliriz. Mars ve Venüs gezegenleri, gökyüzünün bulutsuz olduğu gecelerde görülebilir. NOT Kendi ışığını üreten Güneş de bir yıldızdır. Işık kaynağının gücü arttıkça yaydığı ışığın da parlaklığı artar. Dolayısıyla kullanacağımız ışık kaynağının gücünü, aydınlatacağımız ortamın büyüklüğüne göre seçeriz. Evlerimizde büyük odaları aydınlatmak için kullandığımız ampullerin gücünün, küçük odaları aydınlatmak için kullandığımız ampullerin gücünden fazla olmasını tercih ederiz.
Pamukkale Üniversitesi Tavas Meslek Yüksek Okulu Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü Öğretim Görevlisi Betül Pak, kentteki kekik üretimine ve yararları hakkında açıklamalarda bulundu. Pak, Denizli'nin dünyadaki kekik ihtiyacının yüzde 75'ini, Türkiye'nin ise yüzde 90'ını karşıladığını ifade etti. Pak, kentteki kekik üretiminin geliştirilebilmesi amacıyla Tavas Meslek Yüksek Okulu'nda bilimsel araştırma ve çalışmalarını sürdürdüklerini kaydetti. ANTİK YUNAN'DA GÜZEL KOKU, ANTİK MISIR'DA MUMYALAR İÇİN KULLANILMIŞ Kekiğin antik çağlardan bu yana insanlığın kullandığı bir bitki türü olduğunu belirten Pak, “Kekik binlerce yıllık geçmişi olan, antik çağlarda, asaletin, cesaretin ve zenginliğin simgesi olan bir bitkidir. Antik Yunan'da güzel kokusu nedeniyle tapınaklarda tütsü, insanlarda asabiyet giderici ve evlerde böcekleri kovucu olarak, antik Mısır'da ise mikrop öldürücü ve koruyucu özelliklerinden yararlanılarak mumya yapımında kullanıldığı, Mezopotamya Uygarlığı dönemine ait tabletlerdeki reçetelerde yer aldığı görülmektedir" dedi. KULLANIM ALANI GENİŞ Kekiğin oldukça yaygın bir kullanım alanı olduğunu vurgulayan Pak, "Yaş yapraklarını salata ve çorbalarda kullanabiliriz. Hem toprak üstü kısmını hem de yapraklarını kuruttuktan sonra baharat olarak et yemeklerine, pizzalara, çorbalara ve soslara lezzet ve aroma vermek amacıyla kullanılmaktadır. Çay olarak, mide ve baş ağrılarına halk hekimliğinde kullanıldığı bilinmektedir. Kekik yağı romatizma ve kas ağrılarına karşı kullanılmaktadır. Kolestrol ve kan şekerini düşürücü ve tansiyon dengeleyici, sindirim sistemini rahatlatıcı, öksürük ve bronşit gibi solunum yolları rahatsızlıklarında kullanıldığı bilinmektedir. Kekik yağı ve suyu diş ve diş eti rahatsızlıklarında gargara şeklinde kullanılması, haricen; böcek ısırığı ve egzama için kullanılabilir. Parfümeri ve kozmetik ürünlerde doğal koruyucu olarak değerlendirilmektedir" diye konuştu. 'BAŞUCU BİTKİLERİMİZDEN BİRİSİ KEKİK OLMALIDIR' Kekiğin içerdiği etken maddeler nedeniyle antibiyotik, antibakteriyel, antifungal ve antiviral etki gösterdiğini dile getiren Pak, "Koronavirüs nedeniyle doğaya ve doğala yaklaştığımız bu günlerde evimizde kekik yağı ve kekik suyuyla temizlik malzemeleri yapabilir ve rahatlıkla kullanabiliriz. Doğal kokusu ve rahatlatıcı özelliğiyle başucu bitkilerimizden birisi kekik olmalıdır" diye konuştu.
alan bal, popüleritesini tarih boyunca sürekli koruyabilmiştir. Farklı amaç ve formlarda tüketim olanaklarına sahip olması belki bunun gerekçeleri arasında sayılabilir. Rafine şekerlerin icadından önce şerbet ve helvalarda tatlandırıcı olarak kullanılırken rafine şeker icadından sonra kahvaltılık ürün olarak kullanımının daha fazla yaygınlık göstermesi buna örnek olarak sunulabilir. Günümüzde turizm faaliyeti gösteren restoranlarda turistler gıda sektöründe ise tüketiciler için çok farklı form ve şekilde hazırlanıp sunulmaktadır. Gıda sektöründe krema bal, bal tozu, kristal bal şekeri bunun bazı örnekleridir. Yeni beklentiler üzerine geliştirilen moleküler gastronomide ise honey caviar bal havyarı, honey wraps bal yaprakları, liquid spheres sıvı küreler ve honeycomb fruit gel meyve jelli bal petiği şeklinde hazırlanıp sunulmaktadır. Bilimin mutfak ile birleşmesi olarak tanımlanan moleküler gastronomide kullanımı yaygınlık gösteren bu uygulamalar hem yerli hem de yabancı turistlere farklı lezzet ve deneyimler sunmaktadır. Bal Havyarı Honey Caviar Moleküler gastronominin sembolü haline gelen metotlardan bir tanesi küreselleşen sıvılardır. Cömert ve Çavuş 2016 moleküler gastronomi kavramını derlediği Müge Kardeş, Abdullah Baycar çalışmada küreselleşen sıvıları moleküler gastronominin öne çıkan örneklerde açıkladığı ilk uygulamadır. Püre veya sıvı haldeki gıdaların ufak küreler şeklinde dışı sargı bir kaplamayla tüketicilerin ağızda patlaması ile lezzetin oluşturulduğu bir lezzet sunmaktadır. Kavun havyarı, Çilek patlağı, çikolata ve kahve havyarı şeklinde örnekleri moleküler restoranlarda yaygın olarak kullanılmaktadır Navorra, vd., 2012; Cömert ve Çavuş, 2016; Segovia, vd., 2014. Moleküler mutfağın son dönemin gözde uygulamalarından biri olan küreselleşen sıvılara balın da dahil olduğu görülmektedir Çiftçi, 2019. Yapımı kısaca ölçülü olarak karıştırılan hammaddelerin bal, su, agar-agar kaynama noktasına kadar ısıtıldıktan sonra damlacıklarla pastör pipeti vb. soğuk bitkisel yağa boşaltılmasıyla elde edilir. Sıvı yağa boşaltılan karışım mekanik bir spatül benzeri bir aparatla karıştırıldığında bal karışımının damlacık halinde soğuk yağda çökelecekleri görülecektir. Süzgeç ile ayrılan bal damlacıkları gold renkli havyar benzeri bir şekilde sunuma hazır bir vaziyete gelmekte şeklinde özetlenebilir Currie, 2012. Bal havyarı; suya bal ve agar katılarak kaynayana kadar bekletildikten sonra karışım steril bir poşete alınarak poşetin ucu kesilir ve damlalar halinde su dolu bir kaba damlatılır. Bu şekilde devam eden işlem sonucunda kapta bal havyarı diye adlandırılan minik baloncuklar oluşmakta şeklinde hazırlandığı moleküler gastronomi mutfaklarında çalışan şefler tarafından ifade edilmiştir Çiftçi, 2019, Cömert ve Çavuş; 2016; Sezgi ve Durlu Özkaya, 2016. Havyar gibi Şekil 1 servis edebileceği gibi görsel ve tatlandırmak için yoğurt, peynir gibi Şekil 2 ürünlerin üzerine ilave edilerek meze mahiyetinde sunulabilmektedir Currie, 2012. Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı Şekil 1. Bal Havyarı Kaynak Currie, 2012. Şekil 2. Meze Olarak Kullanılan Yoğurt Üzerinde Bal Küreleri Kaynak Currie, 2012. Sıvı Küreler Liquid Spheres Çiftçi, 2019 küreleme uygulamasını sıvı formdaki bir gıdanın başka bir sıvı ile hazırlanan küvet içerisinde jellenmesi ile sağlanmak şeklinde tanımlamıştır. Farklı boyutlarda yapılabilen küreler boyut büyüklüğüne göre yumurta, gnocchi ve ravyoli şeklinde isimlendirilebilmektedir Cömert ve Çavuş, 2016. Farklı boyutlardaki küreler ağızda mekanik etkiyle patladıktan sonra ihtiva ettiği meyvenin lezzeti ani bir aroma ve lezzet salımı ile farklı bir deneyim sağlama olanağı sağlamaktadır Çiftçi, 2019; Sezgi ve Durlu Özkaya, 2016. Basit küreleme yöntemi olarak isimlendirilen sodyum aljinat katkısı ile Müge Kardeş, Abdullah Baycar jelleştirme ve ters küreleme yöntemi olarak isimlendirilen kalsiyum katkılı sıvı formdaki gıdanın sodyum aljinat küvetinde banyo ettirilmesi olmak üzere iki yöntemle üretilebilmektedir. Sodyum aljinat kahverenkli alglerden elde edilen bir katkı olup düşük sıcaklıklarda jelleşebilme avantajına sahip olup yüksek sıcaklıkta jel yapılarını kaybederek erimektedir Özel ve Durlu Özkaya, 2016. Sıvı formda kalsiyum ve sodyum aljinat katkılarıyla etkileşimleri sonucunda ağızda kolay dağılıp varlığı hissedilmeyecek kadar ince bir zar ile oluşmaktadır. Daha ince bir zar oluşturma avantajına sahip basit yöntem düşük asitli gıdalarda kullanıma elverişli bir yöntem değildir Çiftçi, 2019. Domates püresi, yoğurt, kefir, mango, havuç ve portakal gibi gıdaların sıvı ve pürelerinde kullanıldığı gibi balda da kullanılabilmektedir Şekil 3. Balın moleküler gastronomide kullanıldığı bir yerde sodyum aljinatla tıpkı bir meyve suyu gibi karıştırılıp farklı boyutlarda kürelerin elde edildiği formdur. Üretimi kısaca şu şekilde özetlenebilir; Kalsiyum laktat ve gıda karışımına bal, yoğurt ve süt ilave edilerek karıştırılır. Elde edilen karışım daha önce belli oranlarda hazırlanmış su-sodyum aljinat çözeltisiyle muamele edilerek kapsülleşme oluşturulur. Oluşan kapsülün soğuk su ile istenilen forma bürünmesi sağlanır Rudakova, 2020; Özkaya Durdu ve Özel, 2018. Şekil 3. Kapsülleşmiş Sıvılar Kaynak Culinary Physics, 2018. Bal Yaprakları Honey Wraps Moleküler mutfak uygulamaları konusunda eğitim almış bireyler tarafından kullanılan bal yaprakları yöntemi ise, yine bal havyarında hazırladığımız gibi tencerede su, agar ve bal kaynayıncaya kadar karıştırılır. İşlem Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı sonunda hazırlanan karışım herhangi bir tabağa sıcak bir şekilde dökülür ve soğuyuncaya dek bekletilir. Soğuduktan sonra tabakta katılaşan karışım bıçak yardımıyla kenarlarından şekil verilerek kesilir ve tabaktan ayrılarak tıpkı bir yaprak görüntüsü elde edilir MOLECULE-R, 2014. Mutfak şefleri hazırladıkları meyve şölenlerinde genellikle bu bal yapraklarından faydalanır. Portakal, kivi, elma gibi çeşitli meyve dilimleri bu yaprağın içine sarılarak görsel bir sunum oluşturularak Şekil 4, 5 tüketicilere servis edilir. Yapraklarla çiçek deseni gibi şekiller yapılacağı gibi meyvelerin dürüm şeklinde sarılarak tat-aroma kominasyonları şeklinde tüketilebilmektedir. Şekil 4. Narenciye Sarılmış Bal Yaprağı Kaynak MOLECULE-R, 2014. Şekil 5. Elma Sarılmış Bal Yaprakları Kaynak MOLEKÜLE-R. Müge Kardeş, Abdullah Baycar Meyve Jelli Bal Peteği Honeycomb Fruit Gel Instructables Cooking 2015 tarifini açıkladığı sıra dışı bir lezzet olan meyve jeli peteği kısaca şu şekilde yapılışı özetlenebilir; Renk ve aroma bakımından birbiriyle uyumlu meyveler seçilir Kiraz, yaban mersini, nektari ve çilek Şekil 6, Seçilen meyveler püre haline getirilip bal ile karıştırılır Şekil 6, Jelatin ilave edilir kavun gibi su muhteviyatı yüksek meyvelerde jelatin miktarı artırılır Şekil 6, Jelatinin erimesi için ısıtılır Şekil 6, Karışıma limon suyu ilave edilir Şekil 6, Karışım içine baloncuklu naylon yerleştirilmiş fırın tepisine boşaltılır Şekil 6, Baloncuklu naylonun şeklini tam alması için iyice yayıldıktan sonra tepsi dondurucuya bırakılır Şekil 6, Tepsi ters çevrilerek baloncuklu naylon ve karışım ayrılır Şekil 7, Baloncuklu naylon dikkatlice ayrılarak karışımın bal petekleri şeklinin düzgün oluşması sağlanır Şekil 7, Bal peteği şeklini almış meyve jelli karışım estetik bir şekilde kesilip sunulabileceği Şekil 8 gibi bal peteklerin içine bal enjekte edilerek de sunulabilir. Şekil 6. Meyve Jelli Bal Peteği Yapılışı Kaynak Instructables Cooking, 2015. Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı Şekil 7. Meyve Jelli Bal Peteği Yapılışı Kaynak Instructables Cooking, 2015. Şekil 8. Meyve Jelli Bal Peteği Kaynak Instructables Cooking, 2015. Diğer Kullanım Moleküler gastronomide balın kullanımı deneyimli şeflerin sanatsal yatkınlıklarıyla çeşitlenmektedir. Nitekim her şef kendi deneyim ve tecrübesine göre çeşitli alanlarda kullanabilmektedir. Lakin limon ve ballı çay bombaları lemon ve honey tea bombs ve meyve spagetti Fruit Spaghetti diğer kullanımlardan en yaygınıdır. Müge Kardeş, Abdullah Baycar Limon ve Ballı Çay Bombaları Lemon and Honey Tea Bombs Kiwanna’s Kitchen, 2021 sosyal medya kanalda limon ve ballı çay bombasını kısaca şu şekilde tarif etmiştir; su, şeker, yağ ve isteğe göre renklendiriciler yeterli kıvama geldikten sonra yarı tenis topu kalıplarına yayıldıktan sonra dondurulur. Kap şeklini alan karışıma bal, meyve tozu ve poşet çay konularak kap diğer yarısı termal ısıyla kapatılarak bardağa bırakılır Şekil 9. Şekil 9. Limon ve Ballı Çay Bombaları Kaynak Kiwanna’s Kitchen, 2021. Meyve Spagetti Fruit Spaghetti Moleküler gastronomide meyveleri spagetti şeklinde bir forma ulaştırmakta sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Pulp haline getirilen meyve karışımlarına tatlandırıcı bal, şeker, glikoz şurubu vb. ilave edilir. Agar-agar ilave edildikten sonra agar-agar’ın erimesi için ısıtılır. Agar-agarın eridiği meyve karışımı enjektörle plastik esnek tüpe enjekte edilir. Esnek tüpe enjekte edilen meyve karışımı dondurulur. Dondurma işlemini hızlandırmak için başka bir moleküler gastronomi yöntemi olan sıvı nitrojenle dondurma yöntemi de tercih edilebilmektedir. Dondurulduktan sonra esnek tüpten dondurulmuş meyle pulpu boş enjektör hava gücü ile boşaltılır MOLECULE-R, 2014b; Gastronomy Seeker, 2013. Spagetti görünümü kazanan meyve pulpu meyve çeşidine göre istenilen renklerde üretilmektedir Şekil 10. Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı Şekil 10. Meyve Spaghetti Kaynak MOLECULE-R, 2014b. 4. Sonuç ve Öneriler Son zamanlarda gastronomi destinasyonların ayrılmaz bir parçası olarak öne çıkmaktadır. Zamanla konveksiyonel gastronomik unsurlara moleküler gastronomi gibi modern unsurlar da ilave edilmiştir. Moleküler gastronomi ürünlere farklı form ve sıra dışı lezzetleri sunma imkânı sağlamaktadır. Bal gibi sağlıklı geleneksel ürünlerin bu şekilde kullanımı turistlerin bu destinasyonları tercih etmede motivasyon sağlayacağı olağan bir sonuçtur. Ayrıca ülkemiz balın önemli üreticilerindendir. Yerel ürünlerin moleküler gastronomi gibi katma değeri yüksek ürünlerde işlenmesi stratejik bir yaklaşımdır. Balın moleküler gastronomideki kullanımı akademik ve sektörel uzman ve şefler tarafından artırılmasına yönelik çalışmaların yapılması bu stratejik yaklaşıma katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede şeflere öncül ve rehber olması açısından balın moleküler gastronomideki kullanımı derlenmiştir. Balın moleküler gastronomideki kullanımı honey caviar bal havyarı, honey wraps bal yaprakları, liquid spheres sıvı küreler ve honeycomb fruit gel meyve jelli bal peteği şeklinde sıralanabilir. Ayrıca limon ve ballı çay bombaları lemon ve honey tea bombs ve meyve spagetti Fruit Spaghetti gibi diğer kullanımları da mevcuttur. Müge Kardeş, Abdullah Baycar Kaynakça Akgöz, E., Göral, R., ve Tengilimoğlu, E. 2016. Turistik Ürün Çeşitlendirmenin Sürdürülebilir Destinasyonlari Açisindan Önemi. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, 55 397-407. Aksoy, M., ve Sezgi, G. 2015. Gastronomi Turizmi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Gastronomik Unsurları. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 33 79-89. Alpaslan, K., Pamukçu, H., ve Tanrısever, C. 2020. Moleküler Gastronomi Yöresel Yemeklerde Kullanılabilir mi? Can Molecular. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 81 231-256. Alpaslan, K., Tanrısever, C., ve Tütüncü, B. 2018. Dağcılık Turizminde Moleküler Gastronomi Kullanılabilir mi?. Güncel Turizm Araştırmaları Dergisi, 2Ek1 104-122. Bukrek 2018, 05 Mayıs Geçmişte Gerçekleşmiş Garip Gerçekler, link Erişim Tarihi Cömert, M. ve Durlu Özkaya F. 2014. Gastronomi Turizminde Türk Mutfağının Önemi. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 22 62-66. Cömert, M., ve Çavuş, O. 2016. Moleküler Gastronomi Kavramı The Concept of Molecular Gastronomy. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 44 118-131. Currie, D. 2012. Cookisty, Erişim Erişim Tarihi Çiftçi, İ. 2019. Moleküler Gastronomide Menülerin Müşteri Değerine Yönelik Pazarlanmasi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalı, İstanbul. Demir, M. K., ve Kilinç, M. 2019. Bal Tozu İkamesinin Kek Kalitesi Üzerine Etkisi. Necmettin Erbakan Üniversitesi Fen ve Mühendislik Bilimleri Dergisi, 11 53-58. Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı Garcia-Segovia, P., Garrido, M. D., Vercet, A., Arboleya, J. C., Fiszmane, S., Martínez-Monzoa, J., et al. 2014 . Molecular Gastronomy in Spain’. Journal of Culinary Science & Technology , 124 279-293. Gastronomy Seeker. 2013. Fruit Spaghetti, link Erişim Tarihi Güdek, M., ve Boylu, Y. 2017. Türkiye’de Yükseköğretim Düzeyinde Gastronomi Eğitimi Alan Öğrencilerin Beklenti ve Değerlendirmelerine Yönelik Bir Araştırma. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 54 489-503. Güler, M. 2019 Tıbbi Yönleriyle Divan Şiirinde Bal ve Gül. Uluslararası Sağlık Toplum ve Kültür Sempozyumu Tam Metin Bildiri. Yayın No5709202. 07-10 Mart 2019, Amasya. Instructables Cooking. 2015. Honeycomb Fruit Gel & Yogurt Spheres, Link Erişim Tarihi Işın, A., ve Kurt, Y. 2017. Moleküler Gastronominin Türk Mutfak Kültürü Üzerine Etkisi. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 54 621-641. Ivanovic, S., Mikinac, K., ve Perman, L. 2011. Molecular Gastronomy in Function of Scientific Implementation in Practice. UTMS Journal of Economics, 22 139-150. Kardeş, M. ve Baycar, A. 2021. Moleküler Gastronomide Sıvı Azot Uygulamaları, Turizmde Geleceği Anlamak Akıllı Turizm. Hazırlıklar ve Çözümler Kongresi, Kapadokya Üniversitesi, Nevşehir, Türkiye ISBN 978-605-4448-16-6, Sayfa 235-243 Kiwanna’s Kitchen. 2021, 5 Ocak. Soothing Honey & Lemon TEA BOMBS Tutorial How To Make Lemon & Honey Tea Bombs, link Erişim Tarihi MOLECULE-R. 2014, 10 Şubat. Molecular Gastronomy - Honey Wraps Recipe link watch?v=FA_C9rCh0n8 Erişim Tarihi Müge Kardeş, Abdullah Baycar MOLECULE-R. 2014b, 19 Ağustos. Molecular Gastronomy - Fruit Spaghetti Recipe link watch?v=4nPMLNaBWNI Erişim Tarihi Navarro, V., Serrano, G., Lasa, D., Aduriz, L ve Ayo, J. 2012. Cooking and Nutritional Science Gastronomygoes Further. International Journal of Gastronomy and Foods Science, 1 37- 45 Öney, H. 2016. Gastronomi Eğitimi Üzerine Bir Değerlendirme. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 35 193-202. Örgün, E., Keskin, E., ve Erol, G. 2018. Otel Aşçılarının Moleküler Gastronomi Üzerine Düşünceleri Nevşehir Örneği. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 63 215-227. Özel, K., ve Özkaya Durdu F. 2016. Moleküler Gastronomide Zeytinyağı. Zeytin Bilimi, 62 49-59. Özkaya Durlu, F., ve Özel K. 2018. Moleküler Mutfak Tekniklerinden Kapsülleştirme Standart Reçete Örnekleri. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 63 53-72. Rudakova, N. 2020, Mart 15. How to make LIQUID SPHERES Easy Molecular Gastronomy. Link watch?v=NrazRwto0jo Erişim Tarihi Şahin, Ö., ve Aydın, A. 2021. Kültürel, Gastronomik ve Turistik Değer Muğla’da Arıcılık ve Özel Muğla Arıcılık Müzesi Örneği. Türk Turizm Araştırmaları Dergisi, 51 459-473. Sezgi, G., ve Durlu Özkaya, F. 2016 Moleküler Gastronomide Zeytin. Zeytin Bilimi, 62 111-117. Sürücü, Ç., Arman, S. ve Bekar, A. 2017. Turizmde Çekicilik Unsuru Olarak Gastronomi Müzeleri Marmaris Bal Evi Örneği. The Journal of Academic Social Science, 542 468-477. TGK. 2020. Resmî Gazete, Bal Tebliği, Tebliğ No 2020/7, Sayı 31107, Türk Gıda Kodeksi, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ankara. Balın Moleküler Gastronomideki Kullanımı Ulusoy, E. 2012. Bal ve Apiterapi. Uludağ Arıcılık Dergisi, 123 89-97. Uyaniker, N. 2017. Alevî-Bektaşî Şairlerin Şiirlerinde Arı ve Bal Motiflerinin Anlam-Kavram Alanlari Bakimindan Değerlendirilmesi. Alevilik Araştırmaları Dergisi, 14 259-277. Yılmaz Erkovan, N. 2018. Gazipaşa Arı Serenleri. TÜBA-KED Türkiye Bilimler Akademisi Kültür Envanteri Dergisi TÜBA, 18 83-100. KAYSERİ’NİN “UNESCO GASTRONOMİ
eski çağlardan beri kullanılan yapay bir ışık kaynağı