🎰 Parmakla Hamilelik Testi Kadinlar Kulübü
7.HIZLI HAMİLELİK İÇİN TERS KOVBOY POZİSYONU KADINLAR KULÜBÜ HAMİLEMİYİM. Son resim olarak sizlere kovboy pozisyonunu sunacağız. Bu teknik ile kontrolü elinde bulundurayım gidip gelmeler benim elimde olsun diyen kadınlarımız da kullanabilir. Eşlerinizin sırt üstü yatması ve resimdeki şekilde pozisyon alabilirsiniz.
Besdelve pekmez baş parmakla işaret parmağı birleştirilerek bir leğende. döğülürse rengi bal rengine döner. Bunun için besdel ve pekmez yapıldıktan sonra. leğenlere konur, akşamları keliflerde komşu hısım böylece doğulur, bal rengi. aldırılırdı. BEYGİR HÜSNÜ. Çok güçlü, iyi niyetli bir adamdı. Yoksuldu.
8 mart dünya kadınlar günü hakkında yazı bilgi Kaybedenler Kulübü ' nün Orjinal Radyo Kayıtları Full indir Yetenek Sizsiniz Türkiye Baş Parmakla
Nabızdan hamilelik testi Matematik testi 6 sınıf 6. Sınıf Matematik Problemler Testi Çöz - Test Çöz; Kesin bir sonuç için adet gecikmesinin üzerinden 1 hafta geçmesini beklemelisin. Ama gün geçtikçe hormon oranı artar · Bu doğrultuda hamilelik testi adet gecikmesinden kaç gün sonra yapılır, sana söyleyelim.
Burda okumustum parmakla hamilelik diye cok sacma geldi ama o tek çizgiyi gördükçe beşerin herseyi sınayası geliyo. Daha evvelde sınadım ama rahimin nerde durdugunu öğrenmiyorum sonucta ebe değilim.
Elle, Parmakla hamilelik testi nasil yapilir ? Bunun için elini iyice yıkayıp afedersiniz elinin orta parmağını mahrem yerine sokuyormuş, eğer parmağına sert bir şey gelirse bu rahmiymis yani adet olacakmış, eğer sonsuz bir boşluk geliyorsa rahmi yukarıda yani hamile demekmiş. siz hiç duydunuz bu parmakla hamilelik testini
Kulübükapısına kilit vurulup, kulübün aylarca İngiliz. Müfrezesi gözetiminde kapalı kalışı, • Kadıköy Meydanı’nda yer alan eski Kadıköy Şehremaneti. binası balkonundan Kadıköy’lülere seslenen Halide. Edip Adıvar’ın, halkı işgalcilere karşı birlik ve beraberliğe. çağırdığı büyük “Kadıköy 1919
MX9qP.
Ben sadece Ayşe’yim24 Kasım 2007 Bıcır bıcır. Konuşuyor da konuşuyor. Tatlı. Okurken canlandırdığınız kadından farklı. Ukala değil. Yaşı gibi. Kendi gibi. Genç, uçarı ve iyi kalpli. Zeki. Kendini yırtık, atak, girişken olarak tanımlıyor. Sanki kimse onu üzemezmiş, o hiçbir şeye aldırmazmış, her şeyin üzerinden yürür gidermiş gibi yapıyor. Ben gerçeğin öyle olduğunu düşünmüyorum. Karşımda kırılgan, yaralanabilir bir kadın gördüm. Neyse ne, ama eğlenceli olduğu kesin. Beni yakın arkadaşlarından İzzet Çapa’nın mekanında Al Jamal ağırladı. Ama ne ağırlamak. Bir sürü Martini... "Allah aşkına yemeğe de kal" dedi. İçten, doğal, komik. Maddi manevi hesapları ödeyen bir kadın, cömert. Çapkın görünen ama sevdiği adama zincirle bağlı olan bir kadın. Röportajı yaparken Haşmet Babaoğlu ile ayrıldığını da öğrendim. Ama benim niyetim, onunla erkekleri konuşmak değildi. Kafamda, ayrılmış bir anne babanın, çocuk tarafıyla konuşmak vardı. O yüzden bu röportajı yaptım. Kendisine teşekkür ediyorum...Ne mutlu size... Babanızla barıştınız, neler hissettiniz?- Acayip mutlu oldum. Hiç konuşmadan bir yıl geçmişti. İnsan tabii ki seviniyor...Babasız bir yıl nasıl geçti?- Zor geçti, ama bir taraftan da iyiydim. Ben yokluğa da alışabilen tuhaf biriyim, alışmıştım. "Eldekiyle idare et kızım!", bu öğretildi bana... Doğum günü gecemdi, bir emrivaki sonucunda telefonla konuştuk. "Seni özledim" dedi. Ağlamaya affettiniz mi şimdi?- İki insan birbirini bu kadar şiddetle seviyorsa, affetmek diye bir şey olamaz. Dargınlık, küslük olur, ama herhangi bir vesileyle geçer gider. Her gün arıyor beni. "Bodrum’a gel" diyor, "Rakı-balık yapalım" diyor. Ben de ona hayatımla ilgili rapor veriyorum. Bundan sonra hayatınız rayına girecek mi? Belli günlerde bir araya gelecek misiniz?- Ben 5 yaşında değilim ki. Büyük bir kadınım. 4 yıldır yalnız yaşıyorum. Aynı kentte olmamıza rağmen annemle bile görüşemiyorum. Çok isterim tabii babamı görmek ama hayat izin verdiği ölçüde...Buraya kadar konuştuklarımız, babanızın yeni hayatını onayladığınız anlamına mı geliyor?- 60 yaşında bir adamdan söz ediyoruz. Onaylamak ya da onaylamamak bana düşmez. Ne isterse yapar. Nasıl bana müdahale edilmesini istemiyorsam, benim de kimseye müdahale etme hakkım yok. Ben 28 yaşında kocaman bir kadınım derken, ne münasebet babamın hayatına müdahale edeceğim? Anne ile baba arasında problem çıktığında, çocuklar ne kadar zor durumda kalıyor?- Ben bir yetişkinim. Annem ile babamın boşanması derdim değil. Hiç olmadı. Çok netim bu konuda. "İnsanlar birbirleriyle ölene kadar bir arada yaşayacak" diye bir kural yok. Ben de 20 yıl sonra kocamı terk edebilirim, başka bir erkeğe aşık olabilirim. Hayat bu, her an her şey olabilir. Benim için bir tek şey önemli Üslup. Terk edeceksen de, adabınla edeceksin. Hayatta her şey yapılabilir, ama nasıl yaptığın önemli. Ben annemle babamın hadisesinde biraz üsluba bozuldum, o yani?- Babam, annemi terk edebilir, genç bir kadına aşık olabilir, onunla Bodrum’da yaşayabilir... Her şeye eyvallah... Neden’lerini tartışmak bana düşmez... Kimseye düşmez. Ama bunu nasıl yaptığı önemli. Biçim önemli...Yetişkin de olsalar çocuklar annenin tarafını tutar, yanılıyor muyum?- Ben anneci değilim. Tamamen mantığın yanındayım. Annemin yanında yer almamın nedeni, babamın üslubundan hoşlanmamış olmamdı. Gerçi daraldım bu konudan, bir de yeni barışmışken, durduk yerde tatsızlık çıkarmak istemem ama özetle şu Babam, yeteri kadar dürüst davranmadı, ben sadece buna bozuldum. Ben dedim ki "Babacığım, varsa bir durum, yapalım açık oturum." Cesaret edemedi. O zaman ben de anneme destek yeteri kadar açık davransaydı değişen ne olacaktı? - Bana açık olsaydı, ben ortayı bulurdum. Mutlaka bir şeyler deseydi ki, "Evet, hayatımda biri var, aşık oldum, onunla yaşamak istiyorum ama anneni de kırmak istemiyorum..." O zaman ne olacaktı ki?- Ben de gidip anneme anlatacaktım...Anneniz ikna olacak mıydı? - Niye olmasın? Olacaktı tabii. Benim annem, babam için mi yaşıyor bu dünyada? Onun için mi nefes alıyor? Hayır, benim annem kendisi için var. Ve mantıklı biri. Annemin üzüldüğü, ani olması. Hiç bilmeden... Şüphelenmeden... Bir anda... Hazırlıksızdı ve doğal olarak afalladıÖ Benim buradan erkeklere, babalara, sevgililere diyeceğim bir şey var Bir ilişkide hisler ölebilir, yeni birine aşık olunabilir... Ama o zaman, mert olacaksın, söyleyeceksin, "Ben aşık oldum" diyeceksin, "Bir halt yedim, yiyorum, ayrılmak istiyorum" diyeceksin. "Ama siz benim ömür boyu ailemsiniz" diyeceksin. Racon budur. Ben bunu beklerdim babamdan. Ki bunları zaten ben ondan öğrendim. Böyle deseydi, benim canımı yeseydi... Bana bak, bu röportaj yüzünden aramız yine bozulmaz değil mi?Bozulmaz, bozulmaz...- Mesele buydu. Annemi bir kenara bırak, ablama ve bana sahip çıkmadı, bozuldum. Erkekler bazen nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, çevremdeki ilişkilere de bakıyorum Erkeklerde hep bir yok olma, aramama, kaçma, gizlenme durumu var. Oysa kadın ne bekliyor? Dürüstlük. Bu kadar...Tamam ben de açıklıktan yanayım ama kabul edelim ki, her zaman da çözüm değil...- Ama bizim ev Oya hapishanesi değildi ki. Annem de gardiyan değil, giden gider. Yapacak bir şey bunları konuştunuz mu?- Henüz değil. Daha, "Gel de balık yiyelim" gürültüde annenizin annesi olmak durumunda kaldığınız oldu mu?- Tabii. Her zaman. Ben zaten annemin annesiyim. Annem benden korkar, çekinir. Bazı şeyleri benden gizler. Sonra itiraf eder...Omzunuza yaslanıp ağladığı oldu mu?- Olmaz mı? Ama benim omzum, bütün kadınlara açık. Herkes gelip ya ablanız, Zeynep? İki kardeş olarak reaksiyonlarınız ortak mıydı?- Zeynep bir yaş büyük benden, daha içine dönüktür, belli etmez duygularını. Kolay incinebilen biridir. Ben daha yırtık bir tipim; yırtık, önde, cesur. Dan- dun olan kardeş bu kadar farklı mısınız?- Evet, zıt kutuplarız. Onu görünce bir çekinirsin, ağır abladır. Ben gülücük dağıtırım etrafa. Ama Zeynep benim için dünyadaki en değerli anne ve babanızın yaşadıklarından siz kendi hayatınız için nasıl bir ders çıkardınız?- İnsan hep güçlü olmak zorunda. Çünkü duyguların garantisi yok, duygular değişiyor. Asla olmaz demeyeceksin. Herkes, herkesi aldatabilir. Herkes gitmek isteyebilir. Ve yüzde 100 güvenmek, dibine kadar güvenmek diye bir şey yoktur. Ben en güvendiğime bile, yüzde 99 güvenirim. Cem Mumcu’ya terapiye gidiyordum, "Ayşe" dedi, "Buraya gelenler bana yavaş yavaş güvenir, seanslar ilerledikçe... Sen ise güveniyor gibi başlayıp, uzaklaşanlardansın". Ben böyle biriyim, benim bir güven sorunum var, açık kapım hep zaman vardır, "Bir ihtimal" diyeceksin, sırtını asla tam yaslamayacaksın. Bir ihtimal var, o da güvenmemek... Hep tetikteyim ben...Ama bu iyi bir şey mi? Kendinizi karşınızdakine teslim etmenizi engellemez mi? Bir şeyleri dibine kadar yaşamaya mani olmaz mı?- Valla, ben böyleyim. Hep kendimi hazır tutarım. O da gidebilir, ben de gidebilirim... Arada hep bir pay bırakırım ki, daha sonra dağılmamayım diye...Annenizin hayatında bir erkek olmadığı için üzülüyor musunuz?- Taş gibi kadın. Olur inşallah. Başımın üstünde yeri var. Tabii önden bir yoklarım. Bir kahve içiririm ona, tuzlu bir kahve... Bakarım nasıl bir adam diye...Babanızın sevgilisini yokladınız mı?- Hayır, onu yoklamayı düşünmüyorum...ÊBu ne demek şimdi? Balık yemeye gitmeyecek misiniz?- Balık, en sevdiğim yemektir. Bayılırım, ölürüm. Ama balığımı herkesle yiyemem, bu keyfi herkesle paylaşamam...Terk edilen bütün kadınlar, kocalarının ona döneceklerini beklerler mi?- Evet ya. Niye öyle? Bekliyorlar... Annem için geçerli değil, ama genel olarak, "Döner, nasıl olsa yine elime düşer..." diye bekliyorlar. Mantıkları bu. Allah’tan annemde öyle bir şey yok, başta belki vardı ama artık yok. Zaten dönmez... Gitmiş o... Uğurlar takıldı, demek annenizin sevgilisiyle kahve içiyorsunuz...- Evet, testi geçerse, içki de içerim, yemek de yerim, tatile bile giderim...Peki babanızın sevgilisinin günahı ne?- Karıştırma şimdi oraları...ALLAHIM DİYORUM CİNSELLİK BİZİM LANETİMİZ Mİ?Evlilik, benim için bir muamma. Ben kolay daralan bir insanım. Hani "Bastı bana" derler, onlardan. Her dakika mıç mıç bir arada yaşamak, benim için kabus. Gizem kalmadığı zaman, aşk uçup gidiyor. Daha da önemlisi, seks de bitiyor. Ve bu çok acayip bir şey. Bazen "Allahım" diyorum, "Nereden geldi bu cinsellik belası başımıza? Lanetimiz mi bu?" Bence öyle. Eğer o iyiyse, ilişki de iyi oluyor. O dökülüyorsa, ilişki de yara almaya başlıyor. İşte fazla dipdibe yaşıyorsan, cinselliğin devam etmesi de mümkün değil. Özlemek lazım, merak etmek lazım, ayrı zamanlar, ayrı mekanlar lazım... Erkekler niye karılarını aldatıyorlar? Cinsellik bitmiş oluyor. Ya da erkek, "Ben artık değerli değilim" tribine giriyor. Çünkü işin içine şefkat, çocuk- mocuk giriyor... Adam diyor ki, "Ben bu kadının hayatında 4’üncü müyüm, 5’inci miyim?" Bunlar başlayınca da, gözünü dışarıya dikiyor. Evlilik hem güzel hem de çok can yakan bir şey...BEN DE BÜTÜN KADINLAR GİBİ AŞIK OLUP BİRİNİN KOLUNUN ALTINA GİRMEK İSTİYORUMSiz erkeklerle ilişkilerinizde hangi noktalarda bocalıyorsunuz?- Ben atak biriyim. Fazla girişkenim. İlişkilerde en büyük problemim bu. Birini beğeniyorsam, "Gel buraya, bir dakika arkadaşım" diyorum. İş, güç, dostluk, arkadaşlık, elbise, neyse ne... Arzuladığım şeyi gidip alıyorum. Bende "Ağır olayım, utanayım, sıkılayım" yok... Tabii kadın tavrı olarak çok alışılmış bir şey değil. Erkekler ilişkiye başlarken, "Bu kadın niye böyle?" diyorlar. Onları korkutuyorum. Çünkü kafamın dikine gidiyorum, arzu ettiğimi gidip elde ediyorum. Erkekler de haliyle "N’oluyoruz?" diyor. "Bu, beni bırakır, üzerine yenisini alır!" Halbuki öyle değil. Ben de bütün kadınlar gibi, birine aşık olup kolunun altına girmek istiyorum, başka bir derdim yok...Peki ya ilişki ilerleyince ne tür sorunlar başgösteriyor?- "Ne olacak bizim sonumuz?" sorusu gündeme geliyor "Evlenecek miyiz, evlenmeyecek miyiz?" Sen de çevrendekiler de sormaya başlıyor "Bu ilişki nereye gidiyor?" Zaten ilk yıl herkes, yaşamını diğerine göre yeniden ayarlıyor. O rock mı dinliyor, sen de dinliyorsun. İkinci yıl, "İyi de benim onun dışında bir hayatım yok mu?" diyorsun. Üçüncü yıl "Hadi ne olacaksak olsun artık!"a geliyorsun... Ve aşk bitiyor... Boşuna aşkın ömrü üç yıldır demiyorlar, doğru...HAŞMET’LE AYRILDIKSevgililerinizle babanız arasında paralellik kurduğunuz oldu mu?- Müsaadenle, kurmamam mümkün değil... "Kızlar, babalarını arar" derler ya, doğru. Ben akıllı bir adam arıyorum... Bilen adam arıyorum... Usul bilen, yol yordam bilen. Bir şey sorduğumda akıl verebilecek... Yemek yemeyi bilecek... Hamburger yiyen adamla işim olamaz, enginar yiyen bir adamla olur ama... Enginar yiyen adam isterim... Balık yiyen adam isterim. İçtiğini bilen adam isterim... Zevkleri olan bir adam... Hayran olmadığım bir adamla olamam. Az gelir bana. Yetmez. İstemem. İnsanın kendi yaşında birinde bu saydığınız özellikleri bulması zor. Sevgilileriniz hep sizden daha mı büyüktü?- Evet büyüktü. En küçüğü 9-10 yaş, en büyüğü 24 yaş büyüktü. Benim için problem değil. Arada 24 yaş fark olunca uyum sağlamak zor olmuyor mu? Siz alemlere akan bir kadınsınız...- Yaş mesele değil. Alakası yok. Adamın belki ruhu genç... Ben de akranlarımla takılan biri hiç olmadım. Çocukluğum, annemin ve babamın arkadaşlarıyla geçti. Kendimi bildim bileli onları dinler, gözlemlerim... Sizin için bir ilişkide esas olan nedir?- Aman şefkat olmasın da... Şefkat, ilişkiyi öldüren bir şey. Şefkat girdiği anda, o ilişki artık boyut atlamış demektir. İmdat kırmızı alarm, evyahlar olsun, ben kaçıyorum! Şefkati git, babanla yaşa, abinle yaşa, sevgilinle yaşama... Şefkat, seksi bitiren bir şey. Benim ilişkilerimde aslolan aşk ve hayranlıktır...Hayatınız boyunca en çok aşık olduğunuz adam Haşmet Babaoğlu muydu?- Hayır. Haşmet, hayranlık duyduğum adamdı... En aşık olduğum adama inanmazsın, Allah’ın bir kırosuydu... Bana hiç uymayan biri. Aşk, zaten tam bir delilik hali. Ve hemen geçen bir şey. Haşmet en güvendiğim insandı. Yüzde 99, Haşmet’ti mesela. Hayatımdaki en doğru adam oydu...Niye dili geçmiş kullanıyorsunuz?- Çünkü bitti, ayrıldık... Neden ayrıldınız? - Öyle... Gerçi, biz sadece "ilişki" anlamında ayrıldık... Hayatımızda hiçbir zaman ayrılmayacağız... İlişkiler bazen boyut atlayabiliyor. Bizimki de maalesef aşk boyutundan ayrıldı ve belki de kimsenin anlayamayacağı kadar kuvvetli başka bir bağa dönüştü. Ve ben bu bağı şu anda çok seviyorum...ZANNEDİYOR Kİ İLİŞKİMİZ BAŞLAYINCA BENİ İŞE ALDIRDI, KÖŞE AÇTIRDIHasan Pulur’un eleştirisi sizi çok mu incitti?- Niye yalan söyleyeyim, incitti. Duayen diyorlar, benim duayenim değil. Bir kere nazik değil. Mantık hataları yapıyor. Zannediyor ki, biz aynı gazetede çalışıyoruz, ilişkimiz başlayınca Haşmet beni işe aldırdı, köşe açtırdı... Oysa o Vatan’da yazıyor, ben Sabah’ta. Rakip gazetelerde çalışıyoruz... Anlayamadı gitti...Eleştirinin içinde Hıncal Uluç da vardı galiba..- Bakın, kimse şans eseri bir yere gelmiyor. Hıncal Uluç daha evvel de birilerine yardımcı oldu, yol verdi, e ne oldu? Hangisi başarılı oldu? Neredeler şimdi? Hasan Pulur, gençleri hor görüyor... Ben bugüne bugün, genç neslin yaşamını en iyi aktaran yazarım. Gençlere hitap ediyorum ve okur kitlem geniş. Bunun kime ne zararı var? Derdi nedir ki Hasan Hulur’un? Ben biliyorum aslında... Niyeti, benim üzerimden Hıncal’ı vurmak, Haşmet’i vurmak... Ama onlara bir şey yapamaz. Kimse yapamaz. Boşuna uğraşmasınlar. Peki ya Ahmet Hakan?- O tesadüfen bu meseleye girdi. Hariçten. Girmeseydi daha iyi olacaktı. Yoksa çok beğenerek okuduğum biri... "Neco’nun damadı" diye yazınca Haşmet bozuldu, gerek yoktu, onun derdi Mansur’laydı. Anlayacağın, Ahmet Hakan arada kaynadı, gitti. Ki ben onu çok beğenirim, yazılarını, üslubunu, kendisini, her şeyini...İŞSİZ KALIRSAM GELİR BURADA GARSONLUK YAPARIMKendinizi yetersiz hissettiğiniz, güvensiz hissettiğiniz hiçbir şey yok mu?- Ben kendime güveniyorum. Ben bugün mesleğimi de kaybetsem, koymaz bana, düzenimi bozmadan yaşarım. Hem de tek başıma. Ben deli biriyim. Gelir, burada garsonluk yaparım. Hep derler ama iş oraya gelince yapamazlar. Ben yaparım. Hiç gocunmam. Kendime bu açılardan çok güveniyorum. Öyle ya da böyle hayatta kalırım...YALIN, CİĞERİNİ VER DESE VERİRİMEskiden "Ateşle barut yana yana durmaz" derdim. Alakası yokmuş. Yalın’la 3 yıldır inanılmaz yakınız. En yakın arkadaşım. Onun müziği ile kendime geliyorum. Onu çok seviyorum. O kadar büyük bir bağlılığım var ki. "Ciğerini ver" dese verebilirim. Her şeyi birlikte yapıyoruz. Birlikte kuaföre gidiyoruz mesela. Geçenlerde saçlarımızı Yıldırım’a kestirdik. İlişkimizden konuşuyoruz, arkadaşlarımızdan konuşuyoruz, uzun uzun dertleşiyoruz. Yemeğe gidiyoruz, dansa gidiyoruz. Haşmet de Yalın’a bayılıyordu. Birlikte çıkardık geceleri. Tatile bile gittiğimiz oldu. Yalın, benim gözbebeğim, kardeşim. Zeynep neyse Yalın o ...Yazının Devamını Oku Uzun yaz öğleden sonraları gibi21 Kasım 2007 "Aman Allah’ım!" demiştim...4 yıl önce ilk kez bu kente geldiğimde...Tabak gibi dümdüz bir yer. Kel. Ve dımdızlak. Ne yapsan olmaz yani. Yaşanmışlık yok, kültür yok. Ama yaşarım... Bu adamla yaşarım... Bu adamla her yerde yaşarım.* * *Gündüzleri daha sıcaktı hem de çirkin. Beyaza yakın bir sıcak. Kabak gibi bir sıcak. Çıplak bir estetiği yok. Hiçbir şahsiyeti yok. Of şiddeti, dozu çok önemlidir benim için, beyaz ışık sevmem, florasan sevmem. Fazla aydınlık, huzursuz ve rahatsız eder beni. Neden? Çünkü defoları ortaya çıkarır. Bu şehrin de, o kadar çok defosu vardı ki. O yüzden sadece akşam üzerileri, "biraz" güzelleşebilen bir şehirdi. Çölün rengi, güneş batarken sarıya, safrana ve toprak rengine dönüşüyordu. Etraf, hiç değilse tahammül edilir hale geliyordu...* * *Yaşadığımız yerin, şehrin adı Dubai ama benim hayatım Jumeira’da geçiyor. İki paralel cadde Beach Road, Al Wasl sürü bahçeli ev yan yana. Görünüşte çok fazla özelliği olmayan bir yaşam alanı. Tek katlı ve iki katlı bahçeli evler, bahçelerinde begonviller, palmiyeler. Bazıları güzel, bazıları çirkin. Hepsinin ortak özelliği acayip büyükler. Sarı kafa çocuklar ve güzel yanık tenli kadınlar son model jiplere, Porsche’lere biniyor, resim buydu. "Bu mu anlata anlata bitiremedikleri yer, Jumeriah?.." demiştim 4 yıl önce, "Burası mı?" Anladık, yaşam rahat ve kolay... Ama bunlar yeterli mi?Bir türlü, neden insanların 15 yıl boyunca, 17 yıl boyunca sürekli inşaat halindeki bu şehirde yaşamayı sürdürdüklerini monoton hayat... Hep aynı şey... Kesiyor mu insanları... Yetiyor mu onlara... Hiç mi sıkılmazlar... Kafayı yemezler... Tıkız kalmazlar... Ruhsal anlamda fakirleşmezler...Hiç anlamamıştım. Hatta daha da küstahlaşıp, insanın IQ’su düşer burada demiştim. Allah’tan, 4 sene sonra biz gidiyoruz...Arkamıza bile bakmadan...* * *İnanması zor ama 4 yıl içinde bir sürü şey değişti benim şehir de... Bir kere akşam üzerilerini beklemem gerekmiyor. Sabah güneşinde bile Dubai, gözüme güzel görünüyor. Buradaki bizi seviyorum. Ailemi seviyorum. Evimizi seviyorum. Yarattığımız o dünyayı seviyorum. Ve şimdi ben nasıl ayrılacağım buradan diyorum. O noktaya İstanbul seferi, benim için trafik açısından eziyet oluyor. İnsanın hayatının yollarda geçmesi bana fevkalade saçma geliyor. Her seferinde İstanbul, beni yutuyor. Burada öyle değil... Alya’nın okulu 5 dakika uzaklıkta. Şoförü benim. Sabah ben götürüyorum, öğlen ben sonsuza kadar öğleden sonra ya plaja gidiyor ya parka ya birlikte havuza giriyoruz ya da mahallede bisiklete biniyoruz...Sanki hep yazlıkta yaşıyormuşuz gibi. Hayat hafif, hayat da mutlu bir çocuk. Gergin değil. Büyük şehrin elektriği yok üzerinde. Saf ve naif yetişiyor.* * *Ben buradaki beni de ayaklı beni. Makyajsız anasını satayım herkes bakımlı. Herkes botokslu. Herkes çizgisiz. Ağız kenarları doldurulmuş. Kusursuza yakın ama mimiksiz suratlar...Nişantaşı’nda fönsüz dolaşmaya korkan kadından, burada, Dubai’de kurtulmayı ne giyeceğim mesele... Bunun için mesai harcamam gerekiyor, "İki röportaj üst üste aynı şeyi giydin?" diye mesaj atıyor insanlar, çok önemli ise genellikle bikininin üzerine elime gelen ilk askılı elbiseyi anlamayın, geceleri gidilebilecek bir sürü kulüp ve lokanta var, havalı ve şaşaalı bir gece hayatı da var. Haftada bir iki kez çıkıyoruz ama genellikle insanlar hayatına manasız bir şekilde müdahale eden kimse yok.* * *Sevgilim burada yemek kimselere söylemediği bir sürü yemek tarifi yapar mı? Vakti olmaz ki. Orada "şehir insanı"na döner, herkes dönüyor... İstanbul’un ritmi farklı... Enerjisi farklı...Burada, baba işten eve döndüğünde "Baba geldiiiiiii" diye bağırıyorum. Ev halkı kapıya toplanıyor. Ben herkesten önce davranıyorum tabii, koşuyorum ve atlıyorum sevgilimin boynuna. Yapışıyorum dudaklarına..."Ben sarılacağım önce babaya, anne gittttt" diye Alya beni itiyor...Babasının bacaklarına sarılıyor, yukarı çıkmaya paylaşılamıyor...Ama İstanbul’da insanlar böyle karşılanmıyor, karşılanamıyor...Suratlar asık. Ruhlar gergin. Herkesin kafası bir başka yerde takılı kalmış de farklı bir kadın oluyorum, hep işim oluyor...Kapı çaldığında açamıyorum bile, meşgulüm...* * *Birkaç zamandır yatak odası buluşmaları gerçekleştiriyoruz sevgilimle "Yatak odası randevuları." Böyle salakça, çocukça şeyler icat bugün "1200- 1330 arası, baba benim" diyorum Alya’ya, "Sen Nejla ile kaybol...""Ne yapacağız biz?" diyor Alya."Ne isterseniz... İsterseniz havuza girin, isterseniz bahçedeki evde oynayın, çiçek ekin, sulu boya yapın, taş boyayın, isterseniz mutfakta kurabiye pişirin... Ama bizi yalnız bırakın...""Uyuyacak mısınız?""Evet.""Neden?""Öyle. Keyif yapacağız babayla...""Perdeleri kapatacak mısınız?""Evet.""Yatakta çadır da yapacak mısınız?""Evet.""Yaaaaa, ben de geleyim.""Yok, babayla ben sadece...""Peki."* * *Ve çocuklar gibi bir buçuk saat geçiriyoruz vakti... Bazen hafta içi bir gün... Hayattan çalınmış bir gün... Güneş tam tepedeyken... Kapalı perdelerimiz, soğuk havanın serinliğinde hafif fışır fışır ederken... Odanın içindeki serinlik, beyaz çarşaflar, yüksek tavanlar ve kocaman yatak, mest ediyor beni. Gencim gibi geliyor, hiç ölmeyecekmişim gibi...Herkes için farklı olabilir ama benim hayatım bu şehirde, yaz öğlenden sonraları gibi geçiyor. Hiç tahmin etmezdim bu kadar mutlu olabileceğimi... Ne var ki İstanbul’a geri dönme zamanı geldi... Yakında taşınıyoruz... Ve ben kara kara düşünüyorum, doğru mu yapıyoruz... Mesleki olarak belki benim için daha iyi ama... Yine de düşünüyorum doğru mu yapıyoruz... Hayatta önemli olan ne? Mutlu olmak mı? Doğru mu yapıyoruz... İstanbul, bizi yutar mı? Hayatımız değişir mi? Orada da hayat, yine uzun yaz öğleden sonraları gibi olur mu?Yazının Devamını Oku Aslıma rücu ettim!19 Kasım 2007 Çok sevdim İclal’in Aydın saçlarını...Parıl parıldı. Doğaldı. Tenine pek yakışmıştı. Bir de saçlarını geri toplamıştı, toka niyetine de bir kalem merhaba demeden, "Ne güzel olmuş saçların, ne yaptın, rengini mi değiştirdin?" dedim."Yaptığıma inanmayacaksın!" hikayeyi buradan dinleyin...* * *İstanbul’un en havalı kuaförlerinden birine "dip boya" için 300 küsur lira bayıldıktan sonra, "Yeter canım nedir bu!" diyor ve soluğu bir markette alıyor...Yanlış okumadınız, bildiğiniz market...Kararlı adımlarla, saç ürünlerinin satıldığı reyona gidiyor, koyu kahverengi bir saç boyası alıyor...Tamamen, sıradan bir boya...Kasada soruyor"Kaç para?""12 lira 80 kuruş.""Çok iyiymiş, alıyorum..."Sonra eve geliyor, banyoya giriyor ve saçlarını bir güzel kendi rengine boyuyor."Bu konuda tecrübeli değildim. Kutunun üzerinde ne yazıyorsa yaptım. Fena da olmadı. Hatta güzel oldu. Sırrım bu işte Eski İclal oldum ben. Aslıma rücu ettim! Bundan sonra, diplerim uzadı kuaföre gideyim filan yok. Parama da yazık, zamanıma da... Kendim boyayacağım..."Gerçeklik duygumu kaybettimNe zaman bilmiyorum...Nerede bilmiyorum...Ama ben gerçeklik duygumu artık...Okuduklarıma, duyduklarıma, hatta gördüklerime bile... haberleri kuşkuyla izliyorum, gazeteleri kuşkuyla fena ama durum tamamen kitaplara verdim.Son olarak da Elif Şafak’ın "Siyah Süt"ünü okudum, olağanüstü güzel yazmış, daha fazla tiyo vermeyeyim, röportaj yaptım, hafta sonu okursunuz.Dün Hürriyet’in internet sitesinde "Kayınvalidemle iki görümcem, kızlığımı plastik muzla bozdu" diye bir haber vardı mesela, "Yok artık daha neler" dedim, "Bu ne pespayeliktir, bu ne rezilliktir..."18 yaşındaki şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmak istediği altı aylık eşi ailesi hakkında böyle bir iddiada bulunuyor, "Evliliğimiz süresinde benimle cinsel ilişkiye giremeyen eşimin intikamını annesi ve ablaları aldı" böyle bir şeyin yaşanmış olabileceği iddiası, insanın kanını yaşanmamış olup, mahkemeye taşınmış olma ihtimali de...Yoksa, siz hálá bırakmadınız mı?Dünya Sigara Bırakma Günü...Sana ne diyeceksiniz...Evet, aslında bana ne...Ben sigarayı bırakalı tam 3 yıl 7 ay oldu...Ama ben hep kendimi düşünmüyorum, sizi de düşünüyorum...Bir süre önce Emre Üstünuçar’ın röportajını yayınlamıştım. Nam-ı diğer "sigarayı bıraktıran çocuk."Bu çocuk, eğitimci bir çocuk, bilgili bir çocuk, boru değil yani. 4 sene önce o da pofur pofur sigara içiyor. İki Alman arkadaşı, "Sana ve karına size bir iyilik yapalım Emrecim" diyor, "Biz Allen Carr Sigara Bırakmanın Kolay Yolu diye bir kitapla bu meretten kurtulduk. Size de gönderelim, bir okuyun..."O zamanlar, kitap henüz Türkiye’de eşi-kadınlar akıllı tabii- bu işi kitapla ve küt diye sigarayı ise kalkıyor İngiltere’ye gidiyor, Allen Carr yönetmenin seanslarına katılıyor. -Erkek ama o da fena değil- 6 seansta o da sigaradan tamamen kurtuluyor...Günde iki paket içen adam, bir daha ağzına o kadar etkileniyor ki bu yöntemden, neredeyse profesyonel hayatının yüzde 80’ini bu işe size "Allen Carr ile sigarayı bıraktım, işe yarıyor" bırakanları biliyorum...Gerçekten bu yöntemin şahane olduğuna inanan can arkadaşlarım onların benim yöntemim daha iyi tabii...Hamile kalın...Ve sigaradan kurtulun...İşi daha fazla sulandırmadan, huzurlarınızdan ayrılıyorum, Alya ile plaja gitmek gibi hain planlarımız var. Bu arada Allen Carr’cıların diye bir projesi var, amaçları mümkün olduğunca çok insana sigaradan kurtulma konusunda kolaylık sağlamak. Dilerseniz siteye bir göz atın...Yazının Devamını Oku Acayip güzel acılar yaşadım18 Kasım 2007 Konuşmaya ikna edinceye kadar canım çıktı. "Kimseyle konuşmadım bunca ay, konuşmam" dedi. Ağzından girdim, burnundan çıktım. Ayrılıkla sonuçlanan, acıklı, sarsıcı, insanı yaralayıcı bir evlilik deneyimi geçirdi. İki kadın, bu travmayla nasıl başa çıktığını konuştuk. "Ben çok güçlüyüm, bana koymadı, ucuz atlattım" filan yapmadı. Acıyı dibine kadar yaşamış, hatta psikolojik destek almış. Cem Mumcu’ya gitmiş, kendini yeniden tanımış, bir sürü şeyi neden yaptığını anlamış. Ve hayatında yepyeni bir sayfa açmış, yeni kararlar almış, yeni bir eve taşınmış, kilo vermiş, gençleşmiş, daha da güzelleşmiş...Evlendiniz, çocuk doğurdunuz, ayrıldınız, tek başınıza çocuk büyütüyordunuz, bir adama aşık oldunuz. Adam karısından ayrıldı, birlikte oldunuz, şaşaalı bir düğünle evlendiniz ve derken boşandınız... Şu kısa yakın tarihinize baktığınızda ne görüyorsunuz? Yaşadığınız neydi?- Bir adamı sevdim, başıma gelmeyen kalmadı, canıma okundu, yaşadığım budur. Ama bildiğim bir şey var, göğsümü gere gere söylüyorum Yanlış bir şey yapmadım. Bu olayla, benim için bir dönem kapandı. Geçenlerde 34’ü bitirdim, artık 35’im. Hayatımda yeni ve beyaz bir sayfa açıldı, buradan devam etmem gerekiyor. Ediyorum da...Peki nedir? "Kendim ettim kendim buldum" mu?- Hiçbir şey etmedim ki, bulayım..."Eski eşimin ahı tuttu" mu?- Yok canım. O zaten benden önce evlendi..."Çok göz önünde yaşadığımız için nazar değdi..." Mi?- Göz önünde olmasak iyiydi..."Mutlu olanı taşlarlar. Birtakım insanlar, bilinçli bir şekilde ilişkimizi bozmak için uğraştılar. Ve becerdiler" Mi?- Bak bu, yüzde 100 doğru. Böyle bir şey oluyor. Mutluluğa tahammülü olmayan bir toplumuz. Mutluluk önümüze geldiğinde, onunla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Nasıl bir şey? Neye benzer? Neye yarar? Mutsuzlar ordusu, herkes kendisine benzesin istiyor. O zaman hayat, daha dayanılır hale geliyor. Sanırım mesele bu. Benim hikayem dışında da, insanların, aşk, başarı, zenginlik, ödül, terfi gibi durumlara gıcık kaptıklarını ve onaylamadıklarını düşünüyorum...Geriye dönelim... Çocuğunuzun babasıyla ayrılma sebebiniz neydi? İclal Aydın markası çok büyüdü de, asimetri mi oluştu aranızda?- Şu anda kızımın babası, güzel bir evlilik yaşıyor. Eşiyle de çok tatlı bir arkadaşlığım var. Bu konulara girmem doğru olmaz. Çok hızlı yaşadım bir sürü şeyi. "Başıma bunlar neden geldi?" sorusu, benim de kendime çok sorduğum bir soru. Tanrı bana bunları neden yaşattı? Nerede hata yaptım? İnsan, kendisiyle böyle bir hesaplaşmaya mı giriyor?- Girmez mi? Giriyor. Ve çok acıtıcı oluyor. Allah’tan benim hayata karşı o kadar tuhaf bir bağlılığım var ki, çelik tellerle filan, garip bir şekilde, ne yaşıyorsam, yaşadığım her şeyi başka bir şeye dönüştürüyorum. Dibine kadar üzülüyorum, kahroluyorum, inanılmaz kanlı gözyaşları döküyorum. Bir daha o derinlikten yüzeye hiç çıkamayacakmışım gibi görünüyor, ama işte o evrilip bir şekilde ya bir yazı, ya bir kitap, ya bir şarkı sözü, ya da şimdiki gibi bir oyun oluyor. En kötü, dostlarımı eğlendiren neşeli bir anıya babasından ayrıldıktan sonra, anne-kız tek başınıza kaldığınızda, temel duygunuz neydi? A- Hiç dert değil, bir hayat kurarız kendimize B- Eyvah şimdi ne olacak? - Tabii ki a şıkkı. Hiç dert değil, hemen yeni bir hayat kurarız kendimize. Ama zaten ben bundan başka bir yaşama yöntemi bilmiyorum. Çok ilkel bir hayatta kalma duygusu benimki. Her zaman öyle oldu. Umarım bu gücü kaybetmem. Şöyle diyorum "Tamam oldu bitti, çok dağıldık, darmaduman olduk, fena halde çuvalladım, ama bu üzüntüye, bu başarısızlığa teslim olamam. Yeniden başlamaya, yeniden denemeye hakkım var. Hadi bismillah..." Her olaya böyle yaklaşıyorum. Bir savaşçıyım ben...Hiç mi korkunuz yoktu? Yalnız kalmaktan, sevgilisiz olmaktan, birileriyle bir şeyleri paylaşamamaktan...- Hayır. Mümkün değil. Çünkü ben zaten hep yalnızdım. Dün gece mesela, kızımı hastaneye götürmem gerekti. Artık o kadar alışmışım ki, kucaklıyorum onu ve hastaneye koşuyorum. İkimiziz. Başka kimse yok. Bunun gibi bir sürü şeyi yalnız başıma halletmeye o kadar alışığım ki. Kendime acıdığım zamanlar oluyor, ama buna teslim olmuyorum. Bu artık yaşam biçimim. Ben hep tektim. Birilerini sevmeye her zaman çok açığım. Kalabalık olalım, birlikte yürüyelim. Ama olmuyorsa... Olmuyor...Tam kızınızla kendinize yeni bir hayat kurmuştunuz, aşk birdenbire nasıl kapıyı çaldı?- Öylece geliverdi... Beklenmedik bir anda, belki de zamansız oldu. İş yaşamında ne kadar dik durmaya çalışsam da, duygusal tarafım sürprizlere hep açık. Yaşadığım aşk, tamamen bir sürprizdi. Bir televizyon programında tanıştık, birbirimize e-mailler atmaya başladık...Tamamen teslim olduğunuz, kendinizi bıraktığınız bir ilişki miydi?- Evet...Peki neden izin verdiniz bu kadar herkesin gözünün önünde yaşanmasına?- Evet, hataydı... Şimdi bunca zaman sonra düşünüyorum da... Hataydı... Bir daha yapar mısın diye sorarsan, asla... Bu kadar herkesin önünde yaşanmasına izin vermezdim... Ne bileyim ya. Oldu. Olmasa iyiydi... Ama kadar açık olmanız, ödediğiniz bedele değdi mi?- Bu artık kapadığım bir dönem, bu sorular acıtıyor...En son boşandığınız eşinizin yeni kitabının eskileri kadar rağbet görmemesinin bu ayrılıkta payı olabilir mi?- Bütün bu olayların şekillenmesinde bir suçum yok... Her şeyden bihaberim. Kitap satış rakamlarını filan da bilmiyorum... Olduğunu sanmıyorum... Varsa da benimle alakası yok...İnsanlar birlikte olmanıza karşı mıydı?- Ortada "yanlış" bir şey yoktu ki...Yeni doğurmuş ve yalnız bırakılmış bir kadın vardı ama...- O hikayenin benimle hiçbir ilgisi yok. Benim yaptığım bir yanlış yok...Peki o şaşaalı bir düğün?- O belki bir hataydı. Ama bütün dünyada böyle şeyler olabilir. O dönem onu sevdim. Ve okey dedim. Bana güzel olsa...- Hayır, istemem. Bir daha da yapmam. Hande Ataizi ile uzun bir süre önce bir röportaj yapmıştın. Ona Jaguar’la ilgili bir soru soruyorsun, o da cevap veriyor. "Yaptık işte bir görgüsüzlük!" diyor. Çok hoşuma gitmişti o laf. Bir kadın bu kadar mı şeker ifade eder. Bizim Hello dergisinde yayınlanan düğün fotoğraflarımız da o hesap, yaptık işte bir görgüsüzlük...Peki bütün bu başınıza gelenleri nasıl rasyonalize ettiniz ve kendinizi hayata yeniden adapte ettiniz?- Susarak... Sustum. Benim formülüm budur. Kendimi dinledim. Çünkü benim meselemle ilgili benim dışımda herkes konuştu. Bu da çok örseleyici ve saçma bir durum. Düşündüm "Nerede ne yaptım ben?" diye... Zaten öncesinde çok konuştum. Çünkü insan bir heyecan yaşarken ya da aşıkken, çocuksu bir telaşla paylaşmak istiyor, bütün dünyaya ilan etmek istiyor. Ben de bunu yaptım. Elimde değildi. Bana rağmen oldu. Sonrasında bir sürü şey daha oldu ve ansızın beklenmedik bir anda bir kaos başladı. Bazen neye üzüleceğime şaşırıyordum. Başıma gelene mi, yaşadığım olaylara, insanların laflarına mı? Anlamaya çalıştım bir süre. Sonra susmayı tercih ettim. Müthiş bir şeymiş. Herkese tavsiye ederim. Ve bir an geldi, acım nispeten azaldı, dindi...Ama bir dönem, kafanızı kuma gömmek istediniz. Kaçmak, gitmek, yok olmak..- Tabii. Kaçtım da... Öyle bir haldeydim ki, sahilde oturuyorum tek başıma, kızım denizde mesela. Biri geliyor, "Ay ne kadar yalnızsınız! Sizi seyrediyorduk, çok üzüldük, hadi gelin birlikte çorba içelim" diyor. İnsanlar sürekli bana acıyor. Hem çok şahane, hem de çok acıklı. Hiç içinde olmak istemediğim bir durum. Ya da yolda yürüyorum, pizzacı diyor ki, "İclal Hanım, yoktur akşama bir programınız. Pizalar benden, bedava. Kap kızını gel bu akşam, yalnız kalma." Haydaaaaa. Tamam çok güzel, kucakladılar filan ama sevmedim bu işi. Mağdur konumundan hoşlanmadım. Bir yere gidiyorum, bütün başlar bana çevriliyor. Herkesin kafasında yaşadığım şeyle ilgili kirli bir enformasyon var. Daha fazla dayanamadım. "Yeter" dedim, "Hadi gidelim." Yunan adalarına gittik, kız arkadaşlarımla. İyi ki de gittik. O tatil sırasında bu oyun çıktı...Bu oyun ne anlatıyor? Ne münasebetle yazdınız?- Mikonos Adası’ndayız, şahane bir plajda, sezlong bulmak mümkün değil. O şezlongçular filan nasıl havalı, yanlarına yaklaşılmıyor. "Şezlong istiyoruz" deyince, "Biraz bekleyin" filan dediler. Sonra şezlongçuların şefi geldi, en yakışıklıları da o. Şöyle bir baştan aşağı süzdükten sonra beni "Who are you?" dedi, "Sen kimsin?" Ben alışmışım yurtdışında "Neredensin?" diye sorulmasına, ezberden "From İstanbul" İstanbul’dan dedim. "Onu sormuyorum, sen kimsin? Farklı bir ışığın var, özel biri olmalısın" dedi. O kadar hoşuma gitti ki. Makyaj yok suratımda, saçım başım yapılı değil. Tanınmadığım, bilinmediğim bir yerde, üzerimde saçmasapan bir pareoyla duruyorum ve adamın biri, "Sen biri olmalısın" diyor...Şezlongçuyla flört ediyorsunuz yani?- Kısmen. Ama o sayede hayata dair felsefi şeyler de düşünüyorum Hakikaten ben kimim? Taa oralara kadar taşıdığım hüznün, kederin bir anlamı var mı? Yok. Birden oradaki varlığımı o ışıklı, tebessümlü, hoş varlığımı sevdim. Başka bir şey başladı sanki orada. O zamana kadar farklı bir davranış biçimim vardı ve o gün yakışıklı şezlongçu "Sen kimsin?" diye sorunca, kendime döndüm. Mikonos’ta fark ettim ki, kişisel hikayem katmerli bir börek kıvamına gelmiş. Bu tek kişilik oyunun notlarını hemen oracıkta tutmaya başladım. Acayip güzel acılar yaşamışım... Hoş olmuş ya... Hiçbir şey anlamsız değil... Evet, canım acımış, ama bunun da bir sebebi var. Başına hep aynı şey geliyorsa, dur bakalım biraz orada, bir düşün. Yoksa, hep yanlış adamları seçiyorsun, neden yapıyorsun? Nasıl bir eksikliktir bu?Yanlış erkekleri seçtiğiniz noktasına geldiniz yani...- Geldim tabii... Sebebini hálá bulabilmiş değilim ama yanlış adamları seçiyorum, oyunda biraz bunu da irdeliyorum, geçmişe dönüyorum...Oyunun adı neden Hayat Bir Kere... Bir manası, hikayesi var mı?- Mikonos’ta, bir başka sahilde eğlenirken, baktım önümde bir kızcağız oturuyor. Kızın omzunda da hayatımda gördüğüm en güzel dövme. "Burada ne yazıyor?" dedim. "Hayat bir kere yazıyor" dedi. "Evet ya" dedim, işte bu, hayat bir kere. Bir daha böyle üzülecek miyim? Hayır. Bir daha bu yaşa geleceğim mi? Hayır. Bir daha Lál 5 yaşına gelecek ve bunları yaşayabilecek miyiz? Hayır. Bir telaş Türkiye’ye döndüm, bu tek kişilik oyunu yazmaya başladım...Birilerine cevap niteliği taşıyor mu bu oyun?- Hayır. Yaşadığım, biriktirdiğim bir sürü şeyin duygusu var, o kadar...Polemik çıkar mı?- Yok, gazetecilere ekmek kadar yaşadıklarınız, yeniden bir erkeğe güvenmenize engel olur mu?- Bütün bu yaşadıklarım bir erkekle ilgili değil artık, hayatın geneliyle ilgili. Daha çekingen, daha uzak duran, daha temkinli, daha sert bir kadın oldum. Bu kadar katı değildim. Yakın arkadaşlarım "Abartıyorsun" diyorlar, "Bu da geçer" diyorlar... Bilemiyorum, şimdilik öyle...Siz "Ömür boyu evli kalırız" diye mi evlendiniz?- gelir miydi böyle bir şey?- daha gamzeli bir adamla aşk yaşar mısınız?- Bilemem... Yaşayıp yaşayamayacağımı Cengiz Semercioğlu’na sormak lazım... Ondan izin almadan olmaz!AŞK, DERİN BİR HAYAL KIRIKLIĞI1970-74 arasında doğanlar... Benim kuşağım... Kederli bir kuşak... Ben mesela 1968 kuşağı bir anne-babanın çocuğuyum. Bir şeye inanmanın tadını delicesine yaşamış bir anne-baba. Babam, hep "Aşk, derin bir hayal kırıklığı" derdi. "Anneni çok sevdim, Bülent Ecevit’i de, Sovyetler Birliği’ni de. Üçünden de bir şey kalmadı elimde..." Gerçeğe dönüşememiş o inançların, bize bir hayat borçlu olduğunu düşünüyorum. Benim kuşağım, annesini babasını özleyerek büyüdü. Arada kalmış bir nesiliz. Ne politiktik ne apolitik. Bizden bir öncekiler en azından daha politikti, kitaplar okuyordu. Bizler Özal’ın ithal peynirleriyle büyüyen çocuklar olduk birden, süper bir kafa karışıklığı yaşadık. Bunlar da var oyunda...GÜZELİM GALİBA11 yıldır Türkiye’de iletişim sektörünün içindeyim. Birisinin gözü bana takılıyorsa ya karısı seviyordur beni ya annesi, ya da benden nefret ediyorlardır, mutlaka beni tanıdığı için bakıyordur. Oysa Mikonos’ta, bir sürü insan, beni güzel bulduğu için baktı. Bu da beni acayip mutlu etti. "Güzelim ben galiba" dedim. Böyle hissetmeye ihtiyacım ELEMANÖnceleri üzülüyordum. Yaşadıklarıma, yazdıklarıma, insanlar tepki gösterdiklerinde kırılıyordum. "Neden benimle uğraşıyorlar?" diyordum. Sonra birden fark ettim ki, beni ciddiye alıyorlar ki, tepki gösteriyorlar. Demek ki ben, "etkili eleman"ım. Şimdi bunun keyfini çıkarıyorum. Dairenin içine girmemeye, millet, içeride kapışırken, ben dışarıdan seyretmeye çalışıyorum...Yazının Devamını Oku Nebil müthiş bir şey yapıyor17 Kasım 2007 Nebil Özgentürk’ün şimdiye kadar yaptığı belgeselleri hiç kimse küçümseyemez. Hakikaten iyi işlerdi. Herkesin ilgisini çekmeyebilir ama meraklısının da vazgeçemeyeceği şeylerdi. Ama bu son yaptığı, başlıktaki gibi müthiş bir şey. Türkiye’nin yakın tarihinin derli toplu bir şekilde önümüze konulması. Ve genellikle halının altına süpürülmüş şeyler. Üstelik Türkiye’nin en ünlü, en baba yönetmenleri 13 bölümlük belgeseli kısa filmleriyle süslüyorlar. Daha ne istiyorsunuz? Belanızı mı! Ocak’ı bekleyin bakalımBu proje, Türkiye’nin Hatıra Defteri, nereden düştü aklınıza?- Bir süredir aklımda hep bu vardı. Ülkenin geçmişinde bir sürü "karanlık nokta" var. Bir sürü şeyin üstü kapalı kalıyor. Ben de bunları açığa çıkarmak Böyle bir misyon mu edindiniz kendinize?- Yoo hayır, tamamen kişisel bir merak. Öğrendikçe heyecanlandım, okul kitaplarında yazmıyor mesela onlar?- O kadar çok ki. Mesela bir dönem alaturka yasaklanmış. 1932 yılında. Hem de bir buçuk yıl Batılılaşıyoruz ya, "Operaya gidelim, baleye gidelim" pompalanmış. Bach, Mozart, Beethoven şahane ama alaturka ve türkü, tu kaka. Kraldan çok kralcı bir çevre, Mustafa Kemal’in bir sözünü yanlış anlayıp, böyle bir yasak kararı almış. Ama bir taraftan, dünyanın en yetenekli etnik sanatçılarından Bela Bartok, Atatürk tarafından Türkiye’ye davet ediliyor. Anadolu müziğini değerlendirsin diye. O da bütün Toroslar’ı, Karadeniz’i geziyor, yüzlerce mani ve ağıt derliyor. Bugün dinlediğimiz pek çok türkü, onun dağlardan kaydedip getirdikleri...Bu alaturka meselesi, belgeselin bir bölümü mü?- Yok canım, 400 dakikalık bir belgeselin sadece 4 dakikası. Böyle bir sürü anektod var. Her Türk, 1920’de Yunanlılar’ı denize döktüğümüzü bilir ama şunu bilmez 20 yıl sonra Almanlar, Yunanistan’ı işgal ediyor, bütün yiyeceklerine- içeceklerine el koyuyor, Yunanlılar perişan durumda kalıyor ve İsmet Paşa hükümeti onlara tam 8 gemi yiyecek yolluyor. Geminin adı da Kurtuluş. Biz ezeli düşmanımıza yardım etmişiz yani. Bunun gibi öyküler işte. Ya da mesela Medeni Kanun çıkacak, artık eşleri boşayabilmek zorlaşacak, Burhan Belge, apar topar karısını boşuyor, "Neme lazım bir daha boşayamam" diye. Bunu da Murat Belge’nin kitabından öğrendik. Medeni Kanun’u anlatırken, bu olayı da anlatıyoruz, yine 4 dakika. Tabii Türkiye nasıl bir dönemden geçiyordu, fonda onu da ne, neyin peşindesiniz?- Ben kendi ilgimi çeken şeyleri televizyona taşımak istiyorum. Bir de şu var tabii, televizyon dediğiniz sadece eğlenmek, hoplamak, zıplamak, "Kim kime nasıl geçirdi?"yi izlemek için bir araç işlerden para kazanılıyor mu?- Kazanılıyor tabii, kazanılmaz mı? Ama tabii ki ekranın büyük yıldızları kadar değil. Sponsoru nasıl buldunuz?- O beni buldu. Bir gün Ece Bar’da otururken Denizbank’ın Genel Müdürü Hakan Ateş, hiç tanışmıyoruz o zamanlar, dedi ki, "Ben sizinle bir şey yapmak istiyorum." Çok zarif biri, OTDÜ’lü filan, çocuk tiyatrosunda seslendirmeden gelmiş, bizim yaptığımız işlere de uzak değil yani. Çok etkilendim ve bu projeyi ona anektodlar arasında başka ilginç neler var...- Mesela Kore Savaşı. Herkes 100 bin asker gönderdiğimizi bilir ama Kore’ye gidip, orada bir Koreli kıza aşık olan askerin öyküsünü bilmez. Onu anlattık. Ya da Keriman Halis’i anlatırken mecburen bugünkü güzellik yarışmalarının nasıl deforme olduğunu da anlattık. Keriman Halis’in seçilmesi sırasında gazetelere verilen ilan şöyle "Saygıdeğer genç kızlarımız, çekinmeyiniz, kazanmazsanız, isminiz gazetede neşredilmeyecektir." Bakar mısınız inceliğe, zarafete. Bir de şimdikileri düşünün...Belgeseliniz zaten yeteri kadar heyecan verici, niye bir de diplerine kısa filmler eklediniz?- Belgeseli 100 kişi mi izleyecek, 1000 kişi izlesin diye. Daha da ilgi çeksin diye. Bu ülkenin en değerli 13 yönetmeninden her bölümün sonuna o bölümle ilgili diledikleri bir kısa filmi çekmelerini rica ettim. Yönetmenleri neye göre seçtiniz?- Türkiye’nin en değerli, en iyi yönetmenleri diyorum ama bakma sen bana, aslında kıstasım sadece bu değil. Ben en kolay iletişim kurduğum yönetmenleri seçtim. "N’aber?" dediğim insanları. Birlikte içki içtiğim, meyhaneye gittiğim insanları. Zekalarına, yaratıcılıklarına inandığım insanları...Kim onlar?- Şerif Gören, Metin Erksan, Halit Refiğ, Ali Özgentürk, Sinan Çetin, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Osman Sınav, Ömer Faruk Sorak, Mustafa Altıoklar, Zülfü Livaneli, Çağan Irmak, Rutkay Aziz... Rutkay Aziz, sinema yönetmeni değil ama tiyatro da temsil edilsin istediğim için onu da dahil ettik. Daha bir sürü insan dahil oldu. Mesela Sezen Aksu şarkı verecek, o bizim hatıralarımızın önemli bir sembolü. Sonra Fazıl Say, Cumhuriyet’in kuruluşunun müziğini Fazıl yapıyor. Ali Otyam, ilk film müzikçisinin oğlu, olağanüstü müzikleri var belgeselde. Cüneyt Türel ve Çetin Tekindor’a gelince, onlar da seslendirdi. Aslında hazır ama Ocak’ın başını bekliyoruz, Cumhuriyet’in 85. yılında yayınlayalım kanal?- 4 kanaldan talibi var, hoş bir kadın şu anda, alıcı çok. Önümüzdeki günlerde duruma kısa filmlerin süresi ne kadar?- 4 dakika olsun dedim. Ama Şerif Gören’inki 13, Halit Refik’inki 8, Sinan Çetin’inki 7, Mustafa Altıkolar’ınki 9 dakika oldu. Mustafa dün telefon etti, "1 dakika daha uzayacak" dedi, "Canın sağolsun" dedim. Peki bu yönetmenler hikayelerini neye göre seçtiler?- Sana anlattığım gibi heyecanla onlara da anlattım projeyi. Satır arası öyküler de dahil olmak üzere. Dinlerken, hepsinde bir şey çaktı, "Ben ne çekeceğimi buldum" dedi. Hadi kim ne çekiyor, bize biraz tüyo verin...- 83 yılında Zülfü Livaneli Paris’te zor şartlarda yaşıyor. Uğur Mumcu onu ziyarete gidiyor, çok iyi arkadaşlar ve yeni yaptığı şarkıyı duyuyor, o sırada bestelemiş "Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor." Ve ağlamaya başlıyor. "Bu, bütün ölülerimize ağıt gibi, müthiş bir şarkı" diyor. Aradan 10 yıl geçiyor, 1993’te Uğur Mumcu öldürülüyor, cenazesinde 100 bin kişi, bu öyküyü bilmeden, hep bir ağızdan "Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor"u söylüyor. Zülfü Livaneli’nin filmi, kendi ağıtının kehanetini yapan adamın filmi oldu. 7 oynuyor bu filmde?- Muhteşem makyajcı Derya, Güven Kıraç’ı inanılmaz bir Uğur Mumcu yaptı. Zülfü’yü de Emre Kınay oynadı. Başka öyküler?- Çağan Irmak, "Ben Çemberimde Gül Oya’da zaten 70’leri anlatıyordum, oradan 3 dakikalık bir bölüm seçsem, olur mu?" dedi, "Tabii olur" dedim, ama montajda Zülfü Livaneli’nin filmini görünce, "Ben deli miyim, yepyeni bir şey çekeceğim" dedi. Ve Atatürk’le ilgili çok çarpıcı bir şey çekti. Ceyda Düvenci de oynadı. Mustafa Altıoklar da en kışkırtıcı öykülerden birini çekti. Meğer, infaz kanununda, 450-b, şöyle bir madde varmış "Hamile kadınlar idam edilemez." 2001’e kadar yürürlükteymiş. Bir kadın var, Nehir Erdoğan oynadı, idam edilecek. Son anda hamile olduğu anlaşılıyor, idam erteleniyor, kadın çocuğunu doğuruyor, ondan sonra idam ediliyor. Bebeği beyaz kundakta, kendisi beyaz kefende... Avukatları Halil Ergün ve Aytaç Arman, savcıyı Ahmet Utlu, cezaevi müdürünü ise Sunay Akın oynadı. Tabii biz bu belgeselde, 1967’ye kadar sokaklarda idam mahkumlarının infaz edildiğini de öğreneceğiz. Ankara’da Hergele Meydanı’nda, İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda insanları asarlarmış. Millet sepetlerle pikniğe gider gibi gidip, idam izlermiş. Bunları da Şerif Gören ne çekti?- O, 6-7 Eylül’ü anlatıyor. Biz İstanbul’daki olayları biliyoruz, o ise bize İskeçe’de bir Türk olarak 6-7 Eylül’ü nasıl yaşadığını anlatıyor. Oradaki Rumlar da Türklere korku yaşatmışlar. Şerif Gören’in evini yakmışlar, Marika isimli bir Rum kadın, onları saklayarak hayatlarını kurtarmış. Halit Refiğ, Yakup Kadri’nin sürgününü çekti. Sinan Çetin ise alaturka yasağını... 1930’larda bir köy evi. Askerler evi basıyor. Türkü, alaturka yasak ya, adam da sazla Beethoven çalıyor. Gerçekten de Ahmet Koç adında çok şeker bir adam bulduk, sazla klasik batı müziği çalabiliyor. Tatlı bir filmi?- Onunki bir kadın öyküsü. Daha doğrusu kadınlar öyküsü. Cezaevindeki adamları dışarıda bekleyen kadınlar. O adamların ruh ikizi kadınlar... Cem Yılmaz’ınki peki...- O önce "23 Nisan’da bir türlü şiir okuyamayan bir çocuğu anlatayım" dedi. Sonra ben belgeseldeki öyküleri sıralarken, "Sadun Bora’yı da anlatıyoruz" dedim, çünkü o bizim dünyadaki ilk milli gururumuz, 2 milyon mili tamamlayıp ülkeye dönünce, yüz binlerce insan, Dolmabahçe’ye onu karşılamaya gidiyor. Ben bunu anlatırken, Cem Yılmaz, "Buldum ne çekeceğimi" dedi. Babasıyla dayısı, o zaman gencecik adamlar tabii, "Biz de gidelim Sadun Bora’yı karşılamaya" diyorlar ve Sarayburnu’ndan sandalla Dolmabahçe’ye gelmeye karar veriyorlar. Topu topu 1 mil. Fakat bir türlü gelemiyorlar...Neden gelemiyorlar?- Başlarına 50 tane bela geliyor, sonunda da sandalları batıyor. Bir sürü komik hadise. Babayı Cem kendisini oynuyor. Yılmaz Erdoğan, o farklı bir şey yapıyor, set kurmuyor, şiirle montajla karışık bir şey yapıyor. Metin Erksan’a gelince senaryoyu hazırlıyor, ne zaman isterse çekecek. O zaten ustalar ustası. Metin Erksan’ın projede yer alacağını duyunca Sinan, "Ben ışığını taşıyayım" dedi, Mustafa da, "Ben de asistanlığını yapayım..." Bu kadar sene sonra bir projede yer almayı kabul etmesi heyecan dalgası yarattı yani. Rutkay Aziz’e gelince, o da Sabahattin Ali’yi çekiyor. Gerçekten büyük proje... Ne kadar heyecanlandınız?- Şu kadarını söyleyebilirim, heyecandan uyuyamıyorum. Ben de seyredebilmek için kendinizi neci olarak tanımlıyorsunuz?- Ben sistemle çelişen hayatları aktarmaya meraklı bir adamım. Televizyon belgeselcisiyim. Dinlemeyi seviyorum ve dinlediğim hikayeleri aktarıyorum. Cüneyt Arkın bile, bu ülkede 141, 142’den yargılanmış. "Polis Cemil" diye bir film çekmiş, orada gecekondu halkını sempatik gösterdi diye zamanında yargılamışlar adamı, sonra serbest bırakmışlar. Bu hikaye benim hoşuma gidiyor. Malkoçoğlu’nun 141’den yargılanmasını düşünsenize..Bir gün bu noktalara geleceğinizi düşünüyor muydunuz?- Ben şanslı bir adamım, 11 yaşındayken Türkan Şoray, bizim Adana’daki evimize geldi, Can Yücel, Adana cezaevinden çıktı bizdeydi. Dünyanın en güzel babalarından biriydi benimki. CHP’nin Adana’da uzun süre yöneticiliğini yaptı, sürekli hikayeler anlatan bir adamın oğluyum...Kaç kardeşsiniz?- 9. Ali Özgentürk, en büyüğümüz. Sonra bir abi düşün, Finlandiya’dan kolunda Finli bir yenge ve iki tane Türkçe bilmeyen yeğenle geliyor. Bir başka abi, Alman rahibe bir kadınla geliyor, evlenmiş. Rengarenk bir aile. Adana’da portakal bahçeli bir evde, böyle tipler bir araya geliyor. Benden bir bok olacağı belliydi kaç numarasınız?- Son numara, son!Bundan sonra gözünüzü diktiğiniz şey ne?- Sinema filmi. Ama Orhan Kemal’in hayat öyküsü, Bilge Olgaç’ın hayat öyküsü. Mesela Bilge Olgaç’ın çok çarpıcı bir hayatı var, müthiş bir aşk hikayesi, sonra evi yandı, öldü gitti, oğlu cenazesine gelmedi. Orhan Kemal’in de acayip bir hayatı var. Bunları çekebilmeyi çok isterim...Yazının Devamını Oku Neden hep kurt ’kötü adam’ oluyor?14 Kasım 2007 Kim demişti şimdi hatırlayamıyorum...Ama biri söylemişti... Hem de sağ kaşını yukarı kaldırarak"Sen çocuğu uyutmayı, yedirmeyi filan annelikten saymıyorsun değil mi?"Biliyor musunuz...Tam da öyle ki daha bir sürü şey var...Ama bunlar da de uyutmak...Birlikte uyumak...Uyurken büyüyen sadece çocuklar da birlikte anneleri de.* * *Tuhaf bir şey birlikte uyumak...Kokuların, tenlerin karıştığı bir okşamanın, mırıldanmanın iç içe geçtiği, çok çok özel bir adamla uyumak da çocuğu uyuturken birlikte uyumak da.* * *Aşağıdan sesler geliyor...Gülüşler, kahkahalar...Arkadaşlarımızı eve davet sesi...Müziğin sesi...Bir hareket, bir hareket...Aşağıda başka bir hayat var, yukarıda başka...Ben yukarı diye üzerimdeki elbiseyi çıkarttım, "uyku tişörtü" giydim, Alya’nın yanına vermiştim, birlikte uyuyacağız bu akşam söz vermemeye verdiysem de, iki elim kanda olsa yapmaya onun yatağında tavanımız.* * *Bu aralar inanılmaz sorular soruyor."Üç Küçük Domuz masalında neden kurt, bütün evleri üflüyor?""Çünkü kurt, o masaldaki kötü adam" diyorum, "Domuzcuklara zarar vermek istiyor.""Kırmızı Başlıklı Kız’da da kurt, kötü adam" diyor."Evet doğru" diyorum."Niye hep kurt?"Hadi buyurun, nereden geldi bu soru aklına."Bilmiyorum" diyorum."Sen annesin, neden bilmiyorsun?" diyor."Anneler her şeyi bilmez ki" diyorum."Kim bilir?" diyor."Kimse" diyorum."Kimse kim?" diyor."Kimse diye biri yok" diyorum."O zaman neden kimse bilir dedin?"Nakavt vaziyetteyim, kaçıyorum."Şu anda anlatamayacağım neden, hadi uyuyalım..." diyorum.* * *Diyorlar ki, beklemeye... ki beklemeye...Konuşacak mı? Ne zaman? büyüdükten sonra, inanılmaz şeyler ne nasıl zor sorular...* * *Bunlar, masal sonrası yaşananlar...Bir de masal okuma faslı var, babası 1 tane okuyor, Nejla da 1 tane ben tane okumazsam beni hayatta teatral olsun diye, kurt taklidi duruyor, ürkek ürkek bana bakıyor ve "Ama sen annesin, öyle değil mi?" diye soruyor."Tabii ki anneyim, gel buraya" diye ona kocaman de değerlendirme bölümümüz var...Uyumadan önce günü konuşuyoruz ya da güne dair kafasına takılan şeyleri...Birden, "Babanın neden saçları yok?" diyor."Var aslında, onları kısacık kesiyor" diyorum."Neden öyle yapıyor?" diyor."Canı istiyor" diyorum."Neden istiyor?""Bilmem, daha hoş göründüğünü düşünüyor."Konudan konuya atlıyor..."Güneş uyumaya gidince, akşam olur, ay gelir demiştin.""Evet.""Plajda bugün ikisi yan yanaydı.""Haklısın" diyorum, "Bazen olur.""Neden?"Bilmiyorum ki sorunun cevabını, anneliğime sığınıp, kıvırtıyorum."Hadi Alyacım, uyuyalım artık..." diyorum."Sırtımı kaşı" diyor."Tamam.""Hem sırtımı kaşı hem elimi tut.""Ona da tamam..."* * *Kızım sorular yatak da artık ona küçük geceleri, sabaha karşı bizim yatağa gelmeyi tercih ediyor. Biz babasıyla kaşık gibi yatarken, o bizim tepemize yatay vaziyete derecelik açıyla birlikte kadar seviyorum ki yataktaki o halimizi...Kızım büyüyorBoyu kendini ifade küçücük elleriyle boynuma sıkı sıkı sarılıyor."Seni seviyorum annecim" diyor.* * *Aşağıdan kahkaha sesleri gözlerimden yaş düzenli ve aynı ritimde gelmeye başlayınca, uyuduğunu bir öpücük kondurup, parmak uçlarımda odayı terk tekrar elbisemi geçirip, aşağıya Devamını Oku Rüyamda beni kim kovalıyordu?12 Kasım 2007 Bu aralar inanılmaz rüyalar görüyorum. Çizgi roman gibi. Nasıl absürd, nasıl renkli. Maceradan maceraya koşuyorum. Belki de o yüzden gittim rüya eğitim seminerleri veren klinik psikolog Dr. Cengiz Demirsoy’u buldum, röportaj yaptım. Rüyalar, gerçekten neyin nesidir anlamaya çalıştım. Bir sürü şey konuştuk. Cumartesi günü yayınlandı ama hepsini aktaramadım. Gelen maillerden yoğun ilgi olduğunu fark ettim. Bugün sofranıza biraz daha "rüya" getiriyorum...Madem rüyadaki bazı olayların anlamları ortak, o zaman soruyorum... Rüyada, bizi kovalayan bir şey varsa... - Hayatımızda da kaçtığımız, tehlikeli gördüğümüz bir şey var demektir...Kovalayan, bildiğimiz bir şeyse ne anlama geliyor, bilmediğimiz bir şeyse ne anlama geliyor?- Bir kere rüyada gördüğümüz o "şey", bizim gerçek hayatta korktuğumuz şey değil. Önce bu konuda anlaşalım. Ve o "şey" realiteden ne kadar uzaksa, korktuğumuz "şey"in ne olduğunu bilmekten de o kadar uzağız demektir. Rüyamızda Ahmet’ten kaçıyorsak, korktuğunuz şeyin ne olduğunu daha çabuk çözebiliriz, bir hayvansa da öyle. Ama bir yaratıksa işimiz daha zor. Bazen danışanlarım, "Bir şeylerden korkuyorum, ama ne tam bilmiyorum" derler, işte onlar o gece rüyalarında bir "uzaylı"dan kaçtıklarını görebilirler. Ama mesela işini kaybetmekten korkan biri, çok daha somut bir şey tarafından kovalanıyordur...Deprem, sel gibi tabiat olayları...- Bir sarsıntı olmuştur hayatımızda, ayağımızı bastığımız yerden artık emin değilizdir, zemin kaygandır, nereye basacağımızı bilemeyiz. Bir tür güven krizi... Dengelerin altüst olması... Peki rüyada hastalanmak...- Hastalıkta, işlev kaybı, becerilerde azalma ve zayıflık olur. Belli yönlerimizi iyi kullanamıyorsak ya da kullanamadığımızı düşünüyorsak, bu tür rüyalar görürüz. Mesela, rüyasında, gözünde bir hastalık olduğunu anlatan bir kişide aklıma şu gelir Uyanık hayatta "görme"de, olayları görüş, anlama, kavrama anlamında bir zafiyet, bir sıkıntı yaşıyor olabilir mi acaba?Ölüm?- Ölümle ilgili şu düşünceyi kafamızın bir kenarında tutmakta fayda var Bir şeyin bitmesi... Mesela, "O duygularım öldü" deriz. Eğer rüyamızda birini ölmüş görürsek, o kişinin sembolize ettiği duygu ve düşüncelerin veya o yanımızın öldüğünü, yani yok olduğunu düşünebiliriz. Ama yine de temkinli olmak lazım, geçen gün bir danışanım, "ölüm"ü yeni bir başlangıç olarak tanımlamıştı. Demek ki, herkes için aynı anlama gelmiyor...Sınava girmek... Sınav salonunu arıyorsun, sınava giriyorsun, soruları bilmiyorsun ya da zaman yetmiyor, yetiştiremiyorsun...- Demek ki, kendinizi sınanıyor, test ediliyor gibi hissediyorsunuz. Demek ki, böyle bir durum var hayatınızda. Rüyada soruların cevaplarını bilmiyorsak, "uyanık hayatta" da, o konu neyse, büyük bir olasılıkla kendimizi bilgi ve donanım olarak yeterli hissetmiyoruz. Soruları yetiştirememek ise bilgi eksikliğinden ziyade, zaman sıkışıklığı olarak ile ilgili rüyalar... - Ev, yaşadığımız alan. Evde bir hasar varsa mesela, evin neresinde olduğunun önemi var. Salonun boyaları dökülüyor veya sıvaları akıyorsa ve o evde sosyal hayat, salonda geçiyorsa bu, sosyal ilişkilerde bir tatsızlık, kuruluk olarak düşünülebilir. Ama yatak odası ise farklı, mutfak ise farklı...Cüzdan, çanta, yüzük gibi kişisel eşyaları kaybetmek...- Onlara da ne anlam yüklediğinize bağlı. Cüzdan mesela. Bazı insanlar için cüzdanını kaybetmek, büyük felakettir, çünkü parası ve kredi kartları yoksa, kendini bir hiç olarak hisseder. İşte böyle biri rüyasında cüzdanını ya da çantasını kaybettiğini görüyorsa, uyanık hayatta başına öyle bir şey gelmiştir ki, kendini, kimliğini kaybetmiş gibi hissediyordur. Yüzük ise, evlilikle ya da yaşanan ilişki ile ilişkilendirilebilir. Konuşmak istiyorsun sesin çıkmıyor ya da acil bir durum var, telefonu eline alıyorsun, telefon kesik...- Genel olarak, iletişim becerilerinde yaşanan bir sorun olarak yorumlanabilir. Kişi, gündelik hayatında kendini ifade etmek istiyordur ama edemiyordur. Gece de rüyasında konuşmak için ağzını açar, ama ses olarak, kalabalık bir yerdesin, herkes giyinik, bir fark ediyorsun ki sen değilsin... Çırılçıplaksın. Ne bu? Teşhircilik mi?- Hayır, hiç alakası yok. Kıyafet, bizim dışa karşı kılıfımızdır, görülmesini istemediğimiz yönlerimizi örter. Sokakta birden çırılçıplak kalsanız ne olur? Rahatsız olursunuz değil mi, kendinizi örtmeye çalışırsınız. Rüyalarda da genellikle böyle yaşanır, böyle hissedilir. Uyanık hayatta bunun karşılığı şudur Başkalarınca görülmesini istemediğimiz duygularımız, düşüncelerimiz, kişilik özelliklerimiz görünür hale gelmiştir. Örneğin, duygularını belli etmekten hoşlanmayan bir erkek, bir yerde es kaza ağlarsa, o gece kendini rüyasında çıplak görebilir. Ama bazen de duygusu çok iyi olur, "Kendimi çıplak gördüm ama çok da keyifliydim..." der kişi. Öyle ise şu anlama gelebilir "Karşındakinin fark etmediğini ama kendimde beğendiğim bir özelliği göstermek istiyorum..."Yazının Devamını Oku Babacığım, ben utanılacak bir şey yapmadım11 Kasım 2007 Tartışması, romanın kendisinden daha büyük oldu. Yok diplomat kızıydı, yok fahişeydi, yok kadın Salman Rüşdi’ydi, yok babası yaşındaki erkeklerle düşüp kalktı... Bin türlü rivayet. Kitabının kahramanıyla özdeşleştirilmeye çalışılan yazar Selin Tamtekin, 33 yaşında, Londra’da yaşıyor ve bir sanat galerisinde çalışıyor. Güzel. Ama öyle böyle değil, su gibi güzel. Artık ona Türk demek doğru mu bilmiyorum, hayatının sadece 8 yılı Türkiye’de geçmiş ve kendini İngilizce daha iyi ifade edebiliyor. O yüzden kitap Türk Diplomatın Kızı İngilizce’den çevrildi. Kolay okunuyor. Gülüyorsunuz, eğleniyorsunuz....HAMİŞ Kitabın kahramanı, hayatının bir döneminde bazı ünlü Türk erkekleriyle de birlikte oluyor. Beni ilgilendirmedi, o topa hiç girmedim. HAMİŞ 2 Kitap, önümüzdeki günlerde, İtalya, Almanya ve Macaristan’da basılıyor. Okuyan Us yayınlarından çıkan Türkçesi ise 15 Kasım’da kitapçılarda. Kitabınız Türkçe’de çıkıyor. Bu, yeni tartışmalar, suçlamalar demek. Hazır mısınız böyle bir şeye?- Ben bir roman yazdım. Biraz da yaramaz bir roman. Erotik bir roman. Edebi olarak bir değeri var mı bilemem. Ama rahat okunan, esprili, eğlenceli, insanı gülümseten, sürükleyen bir roman. Genç bir kadının hayatındaki 10 yıllık kesiti anlatıyor. Daha doğrusu, onun kafasının içini anlatıyor. Cinsellikten haz duyan bir kadının arayışı, hayata tutunmaya çalışması. Bu arada, hayatına da 10 kadar erkek giriyor. Budur. Hiç anlamış değilim, neden bu kadar patırtı kopardığını. Ha problem, iyi bir aileden gelen bir Türk kızının, erotik bir roman yazmasıysa, evet yaptım, erotik bir roman yazdım, çok da hoşuma gitti. Ve İngiltere’de bastım. Ama zaten hakkımda denmeyen kalmadı, daha ne denecek?NE FAHİŞEYİM NE KADIN SALMAN RÜŞDİKitap, İngilizce yayınladığı zaman, Türkler sizi "fahişe" ilan etti, İngilizler de "kadın Salman Rüşdi." Siz, bunlardan hangisisiniz?- Ne oyum ne de bu. Ne fahişe ne kadın Salman Rüşdi. Olan biteni, dehşet içinde izledim. Biraz da komik buldum açıkçası. Size de gülünç gelmiyor mu? Yani kaç erkekle sevişirsen fahişe olmuyorsun da iyi aile kızı olarak kalıyorsun? Bunun bir ölçüsü, rakamı var mı? Yoksa, yapman gereken sadece çeneni tutmak mı? Olayın esası şu Senden bir kurban yaratmak istiyorlar. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada aynı mekanizma işliyor. İngiliz gazeteciler, İngiltere’deki editörüme, "Kadın Salman Rüşdi olarak lanse etmek istiyoruz" demişler. Ben itiraz ettim tabii. Ama onlar yine de bildiklerini yaptılar. Türkiye’de ise kaderim,"fahişe" olmaktı...Hayata bir diplomat kızı olarak başlamak nasıl bir şey?- Ayrıcalıklı. Şehrin en seçkin muhitlerinde, en güzel evlerinde yaşıyorsun. Şoförlü arabalar, hizmetçiler, elçilik kokteylleri... Zannediyorsun ki, hayat bu. Sonunda, o kadar alışıyorsun ki bu statüye, gerçekle sanalı ayıramıyorsun, popo üstü yere oturuyorsun. Bir sürü diplomat çocuğu arkadaşım var bu konumda. Ben daha hafif atlattım tabii. Ama kitapta karakteri keskinleştirmek için durumu abarttım. Biz şimdi, kitaptaki kahramanı mı, beni mi konuşuyoruz?Sizi...- Ha tamam...DÜNYA VATANDAŞIYIMO kadın, siz değil misiniz?- Hem öyleyim, hem değilim. Tabii ki daha ilgi çekici olsun diye bir sürü şeyi kurguladım. Karakterimi daha da güçlendirmek için, birtakım numaralar çektim, olmayan şeyler ekledim. Ama Londra’daki yayınevi, "Bu kadın benim diye çıkarsan, kitap daha çok satar, lütfen sahiplen" dedi. "Peki o zaman" dedim. Ben bu işleri bilmem ki, daha önce röportaj filan vermedim ki. Ama Türkiye’de birileri beni "fahişe" ilan edince, panikledim, tamamen saçmaladım, bu defa da, "O kadın ben değilim" dedim. Biz şimdi Deniz Goran’ı değil, Selin Tamtekin’i konuşuyoruz... Yurtdışında büyümek sizi nasıl şekillendirdi?- Dünya vatandaşı yaptı. O kadar farklı ülkeye, şehre, dile, kültüre, evlere, okullara, arkadaşlara, havaya uyum sağlaman gerekiyor ki, önce zorlanıyorsun. Ama sonra, tuhaf bir şey oluyor. Ortaya, her yerde, her şart altında yaşayabilecek bir varlık çıkıyor. Ama bir tarafın hep göçebe kalıyor. Norveç’te doğdum, sonra Almanya’da yaşadım, derken Avustralya. 6 yaşımdan 11 yaşıma kadar olarak etkilendiniz mi bu durumdan?- Çok içine kapanık bir çocuktum. Kendi iç dünyamda yaşardım. Hálá kısmen öyleyim. Kepenklerim vardır, kaparım. İçeride rahat ve güvenli bir şekilde yaşarım. Büyükleri dinlemekten hoşlanan bir çocuktum. Uslu, sessiz, duygusal ve kendi halimdeydim. Yaramaz falan değildim. Şimdi de çılgın biri değilim. En fazla eksantrik denilebilir ARAMIZDAKİİLİŞKİNİN ADI AŞKPeki Avustralya’dan sonra...- Türkiye’ye döndük. TED Ankara Koleji’ne gittim. Ve nefret ettim. Çünkü ben o güne kadar babasıyla birlikte resim yapan bir kız çocuğuydum. Türkiye’ye gelince, işler değişti. Avustralya’dan geldiğimi öğrenince beni kolay kız ilan ettiler. Kız çocukluğundan kadınlığa terfi ettim. Farklı bir kültüre sizin için ne ifade ediyor?- Babamla aramızdaki ilişkinin adı aşk. Ona hayranım. Benim için hep diplomattan çok sanatçı oldu. Müthiş bir ressamdır. Avustralya’da ona teklif ettiler, "Diplomatlığı bırak, gel burada sanatçı olarak yaşa." Kabul etmedi. Küçükken hiç unutmam, aynı odada resim yapardık. Sonra yaptıklarımızı birbirimize gösterirdik. Beni hep cesaretlendirirdi, "Çok yeteneklisin" kardeşsiniz?- Kız kardeşimle ben, babamın ikinci evliliğindeniz. İlk evliliğinden de 3 çocuğu var, toplam 5 çocuğuz. Ama üveylik yok aramızda, hepimiz çok yakınız. Babama en çok benzeyen benim. Ortak noktamız da sanat. Onunla saatlerce resim üzerine, caz üzerine sohbet edebiliriz. Şu anda 77 yaşında, İstanbul’da yaşıyor annemle birlikte ve resim yapıyor. Ve bu kitapla ilgili çıkan haberlerden dolayı benimle hayatından ne zaman çekildiniz?- Benim için birey olarak, kendi ayaklarımın üzerinde durmak çok önemliydi. Kendi evim, kendi param, kendi hayatım, dilediğim gibi yaşamak... O yüzden "Güzel kızsın, iyi bir izdivaç yap" şeklinde verilen akılları hep reddettim. Bağımsızlığı seçtim. Bunun için de evinizi terk etmeniz, kendinizi bulmanız gerekiyor. Ben de öyle yaptım. 20 yaşında Londra’ya geldim. Bir sene moda eğitimi aldım ama sonra bana göre olmadığını anladım. 5 yıl Türk Konsolosluğu’nda çalıştım. Sonra sanat tarihi okudum. Şimdi de bir sanat galerisinde peki?- Annemle aramız çok iyi. Dostuz. Babamsa benden utanmakla hangi açılardan bir Türk kızından farklı görüyorsunuz?- Galiba her açıdan. Ben bir Avrupalı gibi yetiştirildim. Benim için ayıp olan, birtakım şeyleri yaşamak değil, yaşadığını gizlemek mesela. Yalan söylemek, olan biteni saklamak, yokmuş gibi davranmak. İnsanların beni ahlaksızlıkla suçladıkları şeyler, benim için, ne kadar ahlaklı olduğumun göstergesi...Erkeklerle ilişkiniz ne zaman başladı?- 18’den önce platonikti. Erkek arkadaşlarım eve gelir, annemle babamla tanışırlardı filan. İlk cinsellik deneyimim 18 yaşında. Babam yine hoşlanmayacak, "Bak yine seksten söz ediyor!" diyecek. Oysa ben, sekse hep dünyanın en doğal şeyi olarak baktım. Zaten "Sen kızsın, şöyle davranmalısın" diye yetiştirilmedim. Bütün hayatımın sadece 8 senesi Türkiye’de geçti, Türkiye kadar bu konulara samimiyetsiz yaklaşan pek az toplum var...Peki sizin bunca gürültü koparan hikayeniz nedir? İlgi çekmek ve para kazanmak için yatak hikayelerine sığınan çaylak bir yazar mısınız? - Çaylak bir yazar olduğum doğru. İlgi çekmek istediğim de. Kitap yazan herkes ilgi çekmek ister, öyle değil mi? Annem, "Neden kuşlar ve çiçekler hakkında yazmadın?" diyor. Canım ne istiyorsa, onu yazdım. Kafam bütün kadınlar gibi, erkeklerle, ilişkilerle, seksle, aşkla, hayatla, kendini bulmakla meşgul, o yüzden bunları yazdım. Nesi kötü anlamış da değilim. Para da kazanabilirsem, ayrıca sevinirim. Ama para için yatak hikayesi yazmadım. Para için bunu yapmama gerek yok ki, gider zengin biriyle DİLEDİĞİ GİBİ YAŞAMA ÖZGÜRLÜĞÜ YOK Peki bu kitapta, esas olarak ne anlatıyorsunuz? - Belki beni rahatsız eden bir şeyleri dile getirdim, onları içimden çıkardım. O da şu Kadınların dilediği gibi yaşama özgürlüğünün olmaması. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde. Bir kadın, cinselliğini istediği gibi yaşayamıyor. Bir erkek kadar özgür yaşaması mümkün değil ne yazık ki. Hemen fahişe damgasını vuruyorlar. Peki hayatın gerçeği ne? Kadınlar cinsel olarak aktif değil mi? Aktif. Ama saman altından su yürütüyorlar, gizliden, inceden ve derinden yaşıyorlar. Toplum da bunu yiyor. Ben de bunu ikiyüzlülük olarak değerlendiriyorum. İnternet siteleri porno dolu, filmlerde seks var, billboard’larda, reklamlarda her yerde. Ama gerçek hayatta olunca tabular devreye giriyor. Bırakın cinselliği yaşamayı, üzerine farklı bir yorum yaptığınız zaman bile "Yaşa ama gizle" kuralına uymadığınız için mi parmakla gösterildiniz?- Bakın, benim kimseye "Yaşa ve anlat" diyecek halim yok. Kim ne istiyorsa onu yapsın. Ama beni fahişelikle yargılayanlar, önce kendilerini sorgulasınlar. Yani siz demek istiyorsunuz ki, kadınlar da cinsellikten haz alır, cinsellik korkulacak bir şey değildir, bir şey yaşanıyorsa anlatılabilir, aşksız da seks olabilir... Öyle mi?- Herkesin cinsel potansiyeli farklı, cinselliği algılayışı da. Genellenemez. Kimi aşksız yaşar seksi, kimi aşkla. Bu beni hiç ilgilendirmez, yargılama hakkına sahip değilim. Ama hepimiz, toplumun baskısını ensemizde hissetmeden, kendi doğrularımızı yaşama özgürlüğüne sahip HAZ DUYMAK NE ZAMANDAN BERİ FAHİŞELİKKadınlar da, en az erkekler kadar seksten zevk alır mı?- Her kadın değil. Her erkek de değil. Kişiden kişiye değişen bir şey. Ama genel olarak böyle. Bunu saklamak zorunda olmaları çok acıklı. Siz peki, "Ben sizden daha cesurum bak bunları yazabiliyorum" mu diyorsunuz, bir tür meydan okuma mı bu?- Evet olabilir. Gerçekten de, farkında olmadan, böyle kibirli bir tutum içinde olabilirim "Ben bunları aştım, geçtim..." gibi. Ben oyunu kurallarına göre oynamayan bir kadını anlatmak istedim. Ve fark ettim ki, bu romanı yazarak ben o kişi kitabı yazarken Allah aşkına babanızın sizi onaylayacağını mı düşünüyordunuz?- Evet aynen öyle. "Aferin!" alacağımı zannederken, kapı yüzüme kapandı. Salakça, "Toplumun samimiyetsizliğiyle mücadele ediyor benim kızım" diyeceğini toplumun değer yargılarıyla iddialaştığınızın farkında mısınız?- Evet. Ama çok bilinçli olarak yapmıyorum...Bunu taşıyacak kadar zeki misiniz, anlamayacak kadar saf mı?- Bilmiyorum, emin değilim. Toplumun çoğunluğuna göre aykırı bir roman yazdım. Bütün yaptığım budur. Kimseyi okuması için zorlamıyorum. Ama kitabın kahramanına fahişe denemez, olsa olsa bir arasındaki fark nedir sizce?- Fahişe, para karşılığı geçimini sağlayan kadın. Orospu ise, cinselliği fazlasıyla özgür yaşayan ve cinsellikten zevk alan kadına, toplumun verdiği isim. Bu romanın kahramanına fahişe demek ayıp. O kendini yaşayan bir kadın. Kimseye de zararı yok. Kime ne. Seksten haz duymak, ne zamandan beni fahişelik oldu? Eğer öyleyse, bu toplumdaki kadınların yüzde kaçı fahişe biliyor musunuz siz...YAŞLI ERKEK SEKS İSTERGENÇ KADIN ŞEFKATBu yazdığınız kitabın Melisa P’nin "Fırça Darbeleri"nden ne farkı var?- O kitap, genç bir kızın cinsellik deneyimlerini anlatıyor. Benimki ise evet erotik ama içinde eylemden çok, cinsellik üzerine düşünceler var. Bir kadının psikolojisini, kafasının içini anlatıyor... Peki yazdıklarınız, bir erkeğin sizinle evlenmek istemesine, size güvenmesine engel olmaz mı?- Bu yüzden beni sevmeyecek adam, sevmesin zaten. Erkekler cinsel olarak aktif kadından hoşlanırlar ama aynı zamanda korkar da...- Valla, kim ne düşünürse düşünsün. Böyle bir kitap yazdım diye, aktif bir cinsel hayatımın olması şart değil ki, üç senedir sevgilim yok benim. Böyle hesapları olan bir adama benim aşık olmam mümkün değil zaten. Kafaca aynı frekansta olmamız, entelektüel olarak anlaşmamız gerekiyor. Bence zaten ilişkiyi esas olarak bu ayakta tutuyor. Seksmiş, hoşmuş, paralıymış, iyi bir işi varmış, bunların hepsi palavra. Böyle bir adam bulamazsam, bekar kalmayı tercih yazdığınız kitap babanızı utandırdı. Sizin çocuğunuz ne yaparsa utanırsınız?- Özünde iyi olmayan, sahtekar, insanları kandıran, içten pazarlıklı bir çocuk olursa sizinle gurur duyması lazım yani...- Evet çünkü ben bunların tam en önemli figürlerinden biri, üzmeye değdi mi?- Hálá bunun çelişkisini yaşıyorum, değdi mi değmedi mi. Ama kendi başına, kendi değerleriyle var olan bir birey olduğumu göstermek istedim. Bu kitap benim için bu yüzden önemli. Sadece babamın beni anlamasını dileyebilirim...Kitabın kahramanı genç kadının, babasının yaşında erkeklerle birlikte olmasını nasıl izah ediyorsunuz?- Çok normal. Benim hayatımda da babam yaşında erkekler oldu. Bir sürü kadının oldu, oluyor, olacak. Ben şöyle izah ediyorum Sen ondan şefkat istiyorsun, o senden seks...Yazının Devamını Oku
Konu Sahibi Beybiumutlari 16 Net var gibi duruyor. Hayırlı olsun … Yaaaaa bu mesajınız beni tüylerimi diken diken çok teşekkür ederim inşallah dediğiniz gibi vardır inşallah bende artık o duyguyu tadabilcem Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın D e e p Rabbi hebli mines salihin 🐣 Konu Sahibi Beybiumutlari 18 E bariz belliiiii Hayırlı olsun inşallah darısı bize Konu Sahibi Beybiumutlari 19 var gibi duruyor kan verin İnşallah dua edin lütfen Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 20 Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 22 Bence de var ya tebrik ederim Teşekkür ederim darısı isteyen herkese. Rabbim kimsenin kucağını boş bırakmasin inşallah Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 23 Yaaaaa bu mesajınız beni tüylerimi diken diken çok teşekkür ederim inşallah dediğiniz gibi vardır inşallah bende artık o duyguyu tadabilcem inşallah hepimiz tadarız Arkadaşlar merhaba daha önce çok konu açtım ve çok konuda bulundum. Adetime 4 gün var az önce test yaptım ilk beş dakika içinde silik çizgi çıktı inanmak istiyorum var olduğuna 8 aydır tedavi görüyorum PCOS hastasıyım ilk defa bu ay ovulasyon testi kullandım. Pikden sonra 10 gün geçti. Yani hamilemiyim sizce. Biliyorum en doğrusu gününü beklemek ve kan testi yapmak inanın sabr edemiyorum kendimi ancak bu kadar tutabildim. Görsel ekleyecektim ama nasıl eklendiğini bilmiyorum adetleriniz düzenli miydi Konu Sahibi Beybiumutlari 24 inşallah hepimiz tadarız adetleriniz düzenli miydi Hayir asla değildi ilaçlarla adet görüyordum Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 25 Hayir asla değildi ilaçlarla adet görüyordum BEN DE öyleyim ilacsız asla olmuyorum. bir kimyasal gebeliğim olmuştu. şimdi de çatlatma iğnesi yaptırdım bu günüm iğnenin.. 15 nde test yaptıracağım benım ıcınde dua eder misiniz. ne kadar sanslısınız Konu Sahibi Beybiumutlari 26 Hayir asla değildi ilaçlarla adet görüyordum 8 aydır tedavı görüyordum yazmıssınız ne tedavısı oldunuz Konu Sahibi Beybiumutlari 27 BEN DE öyleyim ilacsız asla olmuyorum. bir kimyasal gebeliğim olmuştu. şimdi de çatlatma iğnesi yaptırdım bu günüm iğnenin.. 15 nde test yaptıracağım benım ıcınde dua eder misiniz. ne kadar sanslısınız Şanslı değilim bence. Ben aylarca çatlatma iğnesi tedavisi oldum. Aklına gelen tüm yumurta geliştirici ilaçları kullandım asla faydasını göremedim hep negatifi gördüm. Çatlatma iğnesi vuruyordum daha 14 günüm dolmadan adet oluyordum. Tedaviye ara verdim bu ay kendimce bı seyler yapmaya çalıştım çünkü o 14 günü beklemek beni çok yıprattı. Hem senin kimyasal da olsa bı gebeliğin olmuş benim hiç olmadı hiç tatmadım o duyguyu hiç tutunmadi Bana. Rabb'im gönlüne göre versin inşallah İsteyen herkese de sana da hayırlı sağlığı evlatlar versin inşallah Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 28 Şanslı değilim bence. Ben aylarca çatlatma iğnesi tedavisi oldum. Aklına gelen tüm yumurta geliştirici ilaçları kullandım asla faydasını göremedim hep negatifi gördüm. Çatlatma iğnesi vuruyordum daha 14 günüm dolmadan adet oluyordum. Tedaviye ara verdim bu ay kendimce bı seyler yapmaya çalıştım çünkü o 14 günü beklemek beni çok yıprattı. Hem senin kimyasal da olsa bı gebeliğin olmuş benim hiç olmadı hiç tatmadım o duyguyu hiç tutunmadi Bana. Rabb'im gönlüne göre versin inşallah İsteyen herkese de sana da hayırlı sağlığı evlatlar versin inşallah ŞU MUBAREK GÜNLERDE RABBİM BEBEĞİNİ SANA BAĞIŞLASIN HAYIRLI HABERLERINI BEKLIYORUM. RABBIM SABREDENLERLE BERABERDIR SENI DE EVLADINLA MUKAFATLANDIRSIN Konu Sahibi Beybiumutlari 29 ŞU MUBAREK GÜNLERDE RABBİM BEBEĞİNİ SANA BAĞIŞLASIN HAYIRLI HABERLERINI BEKLIYORUM. RABBIM SABREDENLERLE BERABERDIR SENI DE EVLADINLA MUKAFATLANDIRSIN Amin Allah razı olsun inşallah seninde hayırlı haberlerini alırım Bebeğimin doğacağı muhtemel tarih 18-04-2023Hamileliğimin 5. haftası kucağıma almama 249 gün kaldı. Hücrelerin en üst tabakası ektoderm sıkışarak notokord denilen bir oluk, boşluk oluşturur. Bebeğin omurgası, bel omurgası kemikleri ve bu kemikler arasındaki disk dokuları burada oluşur. Bebeğin sinir sistemi tüpleri ve kalbi oluşmaya başlar. Ayrıca kan dolaşımı bu günlerde başlar. Bebeğinizin boyu yaklaşık 0,4 mm Günlüğünü İmza alanına eklemek için tıklayın Konu Sahibi Beybiumutlari 30 Amin Allah razı olsun inşallah seninde hayırlı haberlerini alırım ayyy inşallahhh aminnnnnnnnnnnnnnnnn
- 2052 Son Güncelleme - 2122 Muş'ta hamile kadınları yüksek maaş ile sigortalı çalışan olarak gösterip doğum sonrası geçici iş göremezlik ödeneği almalarını sağlayan 2 kişi tutuklandı. Muş Emniyet Müdürlüğü ekipleri, nitelikli dolandırıcılık suçu kapsamında 14 Eylül'de 3 ilde eş zamanlı operasyon düzenledi. Operasyonu başlatan ise, Antalya merkezli 2 paravan şirketin, hamile kadınlara yüksek maaş ile sigortalı çalışan olarak göstermesi oldu. Şirketin bu yolla kadınların doğum sonrası geçici iş göremezlik ödeneği almalarını sağladığı belirlendi. Muşlu 39 hamile kadının da bu şirketlerde aktif olarak çalışmamalarına rağmen yüksek maaş ile sigortalı çalışan olarak gösterildiği tespit edildi. Zanlıların doğum iznine ayrılan ve doğum yapan kadınların aldıkları yardımlar ile prim borçlarından dolayı devleti yaklaşık 3 milyon lira zarara uğrattığı anlaşıldı. Yapılan operasyonda, 42 şüpheli hakkında adli işlem yapıldı. Organizatör olarak belirlenen 5 şüpheli yakalanarak gözaltına alındı. Haklarında adli işlem başlatılan 5 şüpheliden 2'si tutuklandı. Kaynak AA Etiketler dolandırıcılık,
Parmakla gebelik muayenesi Burda okumustum parmakla gebelik diye cok sacma geldi ama o tek çizgiyi gördükçe insanin herseyi deneyesi geliyo. Daha öncede denedim ama rahimin nerde durdugunu bilmiyorum sonucta ebe değilim. Ben de şöyle bişey uyguladım arkadaslar insallah isinize kaldıgım ay yaptım bunu bu... efulikos Konu 20 Mayıs 2021 parmakla hamilelik testi Yorumlar 12 Forum Kadın Hastalıkları / Gebeliğe Hazırlık el ile gebelik testi sonuc alanlar slm kizlar gecenlerde siteleri gezerken kendisinin hemsire oldugunu soyleyen bi kadin her ay kendisini test yaptigini ve yuzde yuz dogru ciktigini yazmis ve en az 10gun onceden bunu bildigini yazmis. bunun icin elini iyice yikayip afedersiniz orta parmagini vajinasina sokuyormus, eger parmagina... Nekadarcilekbirhayat Konu 13 Nisan 2017 elle hamilelik testi gebelik testi parmakla hamilelik testi Yorumlar 103 Forum Gebelik / Hamilelik / Kadın Doğum El ile gebeliği insanlar nasıl anlıyor Merhaba herkeze ben yeni evliyianneadayım ve uzun zamandır bir bebek sahibi olmak istiyoruz bu ay adet günüm 3gün gecti ve merak beni resmen kahrediyor çok arştırınca el ile gebelik testini duydum bu konuyla alakalı bir fikri olan varsa ve benide bilgilendirir se çok sevineceğim ve bol dua... Bebekim23 Konu 7 Aralık 2014 parmakla hamilelik testi Yorumlar 48 Forum Hamilelik Belirtileri K Parmak Testi Yaptırdım Hamile miyim Acaba? kizlar transferi idrar testi yaptim ikinci cizgi hafif belirgindi ise daha belirgindi acaba kullandigim igne ve ilaclardan ola bilirmi kulubumuzde paylasilan parmakla yapilan hamilelik anlama metodunuda yaptim sag tarafta kucuk top gibi birsey geldi umutlarim bitti gitti kabakiz Konu 8 Ağustos 2011 gebelik testi parmakla hamilelik testi Yorumlar 48 Forum Tüp Bebek
parmakla hamilelik testi kadinlar kulübü